11 Mart 2019 Pazartesi

Otlakçı – Memduh Şevket Esendal



Lise yıllarımdan beri adını bildiğim, ama kitaplarıyla çok geç tanıştığım ‘üç isimliler’den biri de M.Ş.E. Ayaşlı ile Kiracıları’nı okumuştum hatırlarsanız. İttihat ve Terakki adına Anadolu’da yaptığı denetlemelerde gözlemlediklerinin hikayelerine konu olduğu sanılıyor. Sonraları İtalya’ya kaçmış. Kitabın önsözünde yazdığı kadarıyla  Meclis ilk kurulduğunda Atatürk’ün destekçisi olmuş, daha sonra politikaya da atılmış. Bu mütevazi öyküleri yazan muzip yazarın bir zamanlar milletvekili olmuş olması güzelmiş.

Ben öykülerini çok sevdim, halbuki Ayaşlı ile Kiracıları pek matah gelmemişti bana. Ama kısacık, yalın, Çehov tarzı öyküleri okumaya fazla vakit bulamadığım yoğun bir dönemimde beni epey gülümsetti. Esendal da zaten insanlara yaşamak için ümit, kuvvet ve neşe veren yazılardan hoşlandığını söylüyor. Dilinin sadeliğini eleştirenlere de şöyle kinayeli cevap veriyor: ‘Efendim, o benim marifetsizliğimden… Edebiyat bilmediğimden… Bilsem öyle düpedüz yazar mıyım hiç?’

Hikayelerden ufak kesitler koyayım da sonra hatırlaması kolay olsun. Yeni evlendiği kocasını uyandırmadan boynunun altına yastık koyabilmek için titizlenen taze gelin, karısının ailesinin cümbür cemaat evlerine taşınmasından yakınan talihsiz adam, kahveye gitmesi yasaklandığı için kızına Kuran öğretmeye kalkan, bunu da bağırıp çağırıp kızı aptala çevirerek yapan bir babaya ‘seni kahve paklar’ diyen doktor, sırf suratına gıcık olduğu için bir memuruna sakal bırakmasını emreden vali, sürekli sigara otlanıp bir laf işittiğinde üste çıkan otlakçı, bürokratik bir meselenin içinden çıkamayan sıradan memurlar gibi sade konular çok sevimli bir şekilde anlatılıyor.

İnsan topluluklarının gaza getirme yeteneklerinin bazen boşa çıkması gibi hoş sürprizler de yapıyor MŞE. Mesela, yıkık dökük evini Binbaşı’ya kiraya veren bir Silgioğlu Halil var. Binbaşı evi onarıyor, bahçesini düzenliyor, çiçek gibi yapıyor. Elalem durur mu, Halil’i  fiştekliyorlar ‘Bedavaya verdin canım evi’ diye. O da gaza gelip binbaşını çıkarıyor, sorana da ‘Sudan ucuza oturuyordu zaten!’ diyor. Bu defa aynı elalem ‘Gözüne dizine dursun! Evi o adam ettiydi…’ diyor J Başka kiracılardan ağzı yandıktan sonra, Halil çareyi evi binbaşına satmakta buluyor. Soranlara da ‘Ev ona yakıştı’ diyor.

  - Ulan, dediler, bize versen bize de yakışırdı.
-       Hiç yakışmazdı, dedi, biz ahır sekisinde alışmışız. Senin benim gibilerin elinde kalıp yurtluk olacağına, onun elinde ko, şenlik olsun.’

2 Mayıs 2017 Salı

Genoy Nashego Vremeni / A Hero of Our Time / Çağımızın Kahramanı – Lermontov


Okumuşum, öylece kalmış. Geç de olsa yazayım.

Önsöze göre, Tolstoy’un güçlü realizmini hazırlayan ve Dostoyevski’ye yol gösteren esermiş bu. Ben Turgenyev’in Kaderci’sine benzettim. Kitabın kendisini fazla ilgi çekici bulmasam da, okuduğum o mükemmel eserlere mihmandarlık yapan kitabı da burada saygıyla anmak isterim.

Şairin Ölümü isimli ünlü şiirine de yer verilmiş kitapta. O şiirden bir kıta:

‘Tahtı çevreleyen siz gözü doymaz yığın!
Örtün gerçeği, söz tanımayın yargıya.
Sinin, sinebildiğiniz kadar yasanın altına.
Ama, ey alçaklar, unutmayın bir gün çıkacağınızı
Tanrı’nın huzuruna.’

Romanın baş kahramanı Peçorin, sırf zihni faaliyette bulunmak için düşman edinmekten hoşlanıyor:

‘Canıma minnet düşmanlara bayılırım. Beni eğlendirir, kanımı hareketlendirir. Her an kuşkulu olursun, her bakışın, her sözcüğün anlamını çözmek, amacını kestirmek istersin. Aldanmış görünerek, kurnazlıklarla ve bin bir tasarılarla kurulmuş yapıyı birden çarparak yıkmayı kurarsın. İşte hayat buna denir.’

‘Çağımızın kahramanına örnek bula bula bu genci mi buldu yani!’  şeklinde tepkiler alan, intihara da biraz meyilli bir anti-kahramandır Peçorin. Kendine düşmanlar yarattığı gibi, sevmediği kadınların da kalbini kazanmayı hedefler bu adam:

Ben yoluma ne çıktıysa kapan, kandıkça susayan hırsın tutsağıyım. Başkalarının ıstırabı, neşesi yalnızca kişiliğimi, ruhumu güçlendirecek besinmiş gibi görünür gözüme.’

‘Varsın bildiğini okusun. Öleceksek ölelim, Dünya sanki ne kaybeder? Artık yaşam sıkıyor üstelik. Ben baloda esneyen, sırf henüz kupa arabası gelmediğinden yatmaya gitmeyen bir insandan farksızım. Şimdi ise araba da hazır! Haydi esen kalınız. Aşkım kimseyi mutlu etmedi; çünkü karşımdakiler için hiçbir fedakarlıkta bulunmadım. Kimi sevdimse, bencillikle, kişisel heveslerimi tatmin için sevdim.’

Ve bir Rus klasiği; bir doğayla iç içe yapılan düello sabahı tasviri: ‘Bugünkünden daha mavi, daha duru bir sabah hatırlamıyorum. Güneş, güçlükle doruklardan seçiliyordu. İlk ışınlarının okşayıcı ılıklığı, gecenin son soluyuşlarını yapan serinliğine karışıyor; bütün duygulara tatlı bir gevşeklik veriyordu.’




2 Şubat 2017 Perşembe

Le Lys Rouge / Kırmızı Zambak – Anatole France


Elit bir çevre ve aldatma. Üzerine azıcık İtalya sosu. İşte benim bu kitaptan bütün anladığım bu. Therese isminde tabi ki güzel ve zengin, bir o kadar da buhranlı bir kadın var. Etrafında da adlarını tek tek yazmaya değer mi karar veremediğim yancıları. Ebedi Koca’da Dostoyevski’nin tasvir ettiği tarzda, babası tarafından seçilen bir eş olan Kont Martin’le birleştiriyor hayatını. Sonra eşini Robert le Menil ile aldatıyor. ‘Therese kendini hiç de günah sayılmayacak, olağan bir iş yapmaktaymış gibi görür olmuştu.’ Aldatan kadın tasviri de aynı. Mutlu ama bir yandan da içi sıkılıyor. Bu yüzden bu adamla ayrılıyor, başka biriyle, heykeltraş Dechartre ile denk geliyor. Birbirlerine ilgi duyuyorlar.

Kitaba ismini veren, Floransa'nın sembolü kırmızı zambak


İtalya’ya arkadaşının yanına gidiyor, orada da bu adam. Ama hep bayık bayık muhabbetlerle kur yapmalar. Buraya yazmalık orijinal bir şey yok. Kutuya mektup atarken görüp kıskanmalar, ‘ben arkadaş kalamam’lar. En sonunda sevgili oldular. Bu sefer de Robert’i Therese’in kulağına fısıldarken gören Dechartre delirir. Bizim kadın da kocasını bırakıp sevgilisine gidemediği için bunalır. Sonra gider, ama adam artık şüphelerinden dolayı eskisi gibi olamayacağını söyler ve onu sepetler. Ay içim şişti. Zamanıma yazık oldu.