Şu kapağın güzelliğine bak! |
Unutulmayacak kadar farklı ve
güzel bir kitap. Hintli Ay Tanrısı’nın başında bulunan Aytaşı’nın bir
İngiliz’in eline geçmesi ile başlıyor. Dayısının doğum günü hediyesi olarak
gönderdiği elmasın aynı gece çalınması ile başlayan giriş bölümü çok akıcı
değildi. Birçok detay vardı ve okuyucu olarak dikkatim bir türlü
ödüllendirilmedikçe kitap hızlı ilerlemiyordu. Buna rağmen üslup o kadar
güzeldi ki ne yapıp edip kitabı geç de olsa bitireceğimi biliyordum J
Elmas evden çalındıktan
sonraki olaylar hızlıca gelişti. Olaylar evin kahyası Betteredge, kendini hayır
işlerine adamış dinibütün Miss Clack, Rachel’in kuzeni, elması Rachel’a
ulaştıran Franklin Blake, eve olayı çözmesi için çağırılan dedektif Cuff,
doktorun asistanı Ezra Jennings
tarafından 1. ağızdan anlatııyor. Collins izlediği bir davada kişilerin
birbiri ardına yaptığı konuşmaların bütün olayın çözümünde kanıtlar zincirini
nasıl tamamladığını görüp aynı yöntemi romanda kullanmış. Bir boya izinden, o
boya izinin sürüldüğü geceliğin yakalanmamak için dikilivermiş kopyasından, Mrs
Yolland’dan alınan iki hurda zincirden ne olaylar döndü ne olaylar J
Collins kayıp elmas
hikayesinin aslında gerçek örneklerinden ilham aldığını söylüyor. Mesela Rus
kraliyet asasındaki kocaman taş (the Orlov Diamond) bir Hint tanrısının
gözüymüş aslında.
The Orlov Diamond. |
Bir de bilinen en büyük elmas
olan Koh-i-Noor’u (Işık Dağı) öğrendim bu sayede. Wikipedia’ya göre Hintlilere
ait olan bu kutsal mücevher savaştan sonra İngiliz yöneticiler tarafından ele
geçirilmiş. 1850’de Kraliçe Victoria’ya sunulan bu elmas halen kraliçenin
tacındaymış. Hindistan elmasın geri verilmesi için defalarca ricada bulunmuş
ama David Cameron daha 2013’te “Elmas İngiltere’de kalacak” diye kestirip
atmış.
Kraliyet tacına iliştirilmiş Koh-i-noor. |
Romanın baş anlatıcısı kahya
Gabriel Betteredge (Betteredge ne güzel bir isimdir ya J ) Olaya hep hanımefendi,
beyefendi değil böyle kahya, hizmetçi
gözünden de bakabilmek güzel. Betteredge bir şeye canı sıkılınca hemen
Robinson Crusoe’yu açıp karşısına neyin çıkacağına bakıyor. Soğukkanlı
görünmeye çalışsa da Sergeant Cuff işin içine girince “detective-fever” dediği
hastalık onu da sarıyor J Bazen anlatacağı birşeyden
önce okuru hazırlaması var ki çok sevimli:
“Dikkatli dinleyin, yoksa
hikayenin biraz derinine indiğimizde kafanız başka yerde olacak. Çocukları,
akşam yemeğini ya da yeni şapkanızı, her şeyi çıkarın aklınızdan... Umarım
cüretimi yanlış anlamazsınız; sevgili okuyucunun ilgisini çekebilmenin tek yolu
bu. Tanrım! Sizi elinizde en büyük yazarların kitaplarıyla görmedim mi; ve
insanlar değil de kitaplarsa dikkatli olmanızı isteyen, dikkatinizin hemen
dağılmaya hazır olduğunu bilmez miyim?”
Collins’in muzipliğini bu
sefer Sergeant Cuff suretinde gösterdiği bir bölüm: Betteredge, Rosanna
Spearman’ın tuhaf davranışlarını Cuff’a açıklamak için “Bay Franklin’e gönül
verme deliliğinde bulunmuş” diyecek olur. Cuff ise “Çirkin bir kız ve sadece
bir hizmetçi olmak deliliğinde bulunmuş demeniz gerekmez miydi? Franklin
Blake’in görünüşü ve karakterinde bir insana aşık olmak bana delilikmiş gibi
gelmiyor.”
Rachel’ın kendi elmasını
çalmış süsü vererek sakladığını ima etmesi üzerine Sergeant Cuff, Betteredge’ın
gözünden düşer: “Her şeyin en iyisinin ona servis edilmesine özen gösterdim. Bu
iyi şeyler o an boğazına dursaydı üzülmezdim.”
Betteredge’dan sonra kalemi
Miss Drusilla Clack alıyor. Karikatür gibi bir karakter olan bu hanım teyzesi
Lady Verinder ile Rachel Londra’ya taşındığında onlara sık sık gidiyor. Teyzesi
hastalanınca onu bu ehl-i keyif hallerinden kurtarmak için bir sürü kitap
götürüp evine bırakan, Rachel’in diğer kuzeni “hayırsever” Godfrey Ablewhite’ı
bir kahraman kabul eden Clack, Betteredge’ın aksine Rachel’dan “geçimsiz,
tuhaf, güzel bile değil” diye bahsediyor.
Collins, kadın karakterleri
Viktorya döneminin ortada hayalet gibi gezinen, nezaketten ve etiketten
kırılacak kadın prototipinin dışına çıkarmış. Rachel Verinder, merak ettiği bir
şeyi doğrudan soruyor, kızdığı bir insana doğrudan sövüyor. Rosanna Spearman
mesela, eskinin becerikli hırsızı, sonra Verinder malikanesinde hizmetçi
oluyor. Franklin Blake’e olan aşkı karşılık bulmayınca hiç olmazsa onun suç
ortağı olmaya çalışıyor.
Kitap, ana hatlarından
bahsetmek için bile fazla uzun ama ben onu iyi bir dedektiflik hikayesi yapan
bazı detayları sıralamak istiyorum. Mesela, Franklin Blake’in boya sürülmüş
geceliği Rosanna sayesinde ele geçirip geceliğin etiketinde (?) kendi ismini
okuyuncaki şaşkınlığı, kendi isminin bir insanın karşısına böyle düşman gibi
dikilebilmesi. İngiltere’nin en iyi dedektifi Cuff’ın ilk tahmininde değil, ikinci tahmininde
hırsızı bulması, Rachel’ın bu 2. ve doğru tahmin olan Godfrey Ablewhite’a insanlar
haksız yere onu suçlamasınlar diye kağıt imzalayıp vermesi... Yine önemli bir
nokta, bazı denemelerin bir sonuca
ulaşmaması veya planlandığı gibi gerçekleşmemesi: Romana aniden giriş yapan
doktorun asistanı Ezra Jennings, Collins’in bir izdüşümüymüş. (Collins tıpkı
Jennings gibi ağrılarını bastırmak için afyon kullanarak bitirmiş the
Moonstone’u yazmayı). Ezra Jennings’in planına göre Franklin Blake’e daha önce
Dr. Candy’nin verdiği gibi afyon verilirse, Blake bu sefer taklit elması alacak
ve diğerlerinin gözü önünde onu kendi odasında bir yere, daha önce gerçek
Aytaşı’nı sakladığı yere saklayacaktır. Franklin elması alır, ama yere düşürür
ve uyuyakalır bu sefer. Olur ve olmalı böyle şeyler, değil mi? J Ama önemli olan Franklin’in
Aytaşı’nı afyon etkisindeyken aldığının Ezra tarafından ispatlanmış olması.
Franklin ve Rachel için mutlu
son. Hintliler için de mutlu son. Gerçek hayatta İngiltere Koh-i-noor’u vermeye yanaşmasa da, Collins’in kurgusunda
Aytaşı Ay tanrısının alnındaki yerini alıyor. Collins de benim mutlaka
okunacaklar listemdeki yerini sağlamlaştırıyor.
Küçük not: Bu Hint tarihinden
kesitler içerisinde Gazneli Mahmut diye düşündüğüm bir “Mahmoud of Ghizni”nin
Somnath şehrini yakıp yıktığı geçiyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder