Elimdeki kitapların biri Remzi Kitabevi 1974, diğeri Collector’s Library 2010 basımı. Peki elimde neden iki kitap var? Tabi ki Shakespeare İngilizcesi boyumu aştığı ve sürekli bilmecemsi konuşan insanların dediklerini anlayamadığım için... J
Çareyi hemen Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirdiği Türkçe versiyonunu almakta buldum. Her sahneyi inatla, önce Türkçe sonra İngilizcesinden okudum. Sabahattin Eyüboğlu Shakespeare’i “karanlığı ışıklı, ışığı karanlık” bir şair olarak tanımlıyor. Ne var ki, kendisinin de kitaptan, kendi kendine öğrendiği yarım yamalak bir İngilizceye sahip olduğunu söylüyor ki, çeviriyi okuduktan sonra olsa olsa tevazu diyebiliyorum buna. Biz ne yapalım, senelerce okulda ders görüp şimdiye İngilizcenin daniskasını öğrenmiş olması gereken bizler ne yapalım ha?
Konu dışı: Kitapta eskilerden güzel bir imza. |
Good my lord, Shakespeare. |
Hikaye, kale burçlarında nöbet
bekleyen iki nöbetçinin birkaç gece üst üste bir hayalet görmesi ile başlar.
Hayalet, iki ay önce ölen eski Danimarka kralına benzemektedir. Kralın oğlu
Hamlet, babasının karalar giyinip yasını tutan tek kişidir. Kralın ölümünden
kısa süre sonra annesi, yeni kral olan amcası Claudius’la evlenmiştir. Öyle ki,
cenaze sofrasında sıcak yenen yemekler düğün sofrasında soğuk verilmiştir.
Hamlet bunu ironik bir şekilde “ekonomi” diye açıklar. Bu bunalım içinde kendi
canına kıymamasının tek sebebi Tanrı’nın intiharı yasak ettiğine inanmasıdır:
“Ah bu katı, kaskatı beden bir
dağılsa,
Eriyip gitse bir çiğ tanesinde
sabahın!
Ya da Tanrı yasak etmemiş olsa
Kendi kendini öldürmesini
insanın!”
O, that this too too solid flesh would
melt
Thaw and resolve itself into a dew!
Or that the Everlasting had not fix'd
His canon 'gainst self-slaughter! O
God! God!
Kralın hayaletinin burçlarda
görüldüğünü arkadaşı Horatio Hamlet’e söyler. Bir gece hayalet Hamlet’e ölümünün
gerçek sebebini anlatır. Bütün Danimarka onu bağ köşkünde uyurken yılan
soktuğunu duymuşsa da aslında Claudius kralın kulağından içeri zehir akıtarak
onu öldürmüş, Hamlet’in de üniversitede okumasını fırsat bilip kral olmuştur.
Hamlet bunun üzerine ettiği intikam yeminini hiç unutmamaya söz verir:
“Seni unutmak ha? Aklımın kara
tahtasından
Silerim de bütün boş anıları,
Bütün kitaplarda yazılan,
çizilenleri,
Gençliğimden, öğrenciliğimden
kalanları.
Yalnız senin buyruğun kalır.
Beynimin defterinde,
yapraklarında,
Ivır zıvır bütün bildiklerimin
üstünde.
Remember thee!
Yea, from the table of my memory
I'll wipe away all trivial fond records,
All saws of books, all forms, all pressures past,
That youth and observation copied there;
And thy commandment all alone shall live
Within the book and volume of my brain,
Unmix'd with baser matter: yes, by heaven!
Hamlet baş mabeyincinin kızı Ophelia’yı
sevmektedir; ama babası Polonius ve abisi Laertes ondan uzak durmasını
emrettikleri Ophelia da uzaklaşmıştır. Ne var ki, Hamlet’in taktik icabı
yaptığı delirmiş gibi davranışları Ophelia’ya olan aşkına yorulur. Polonius,
kızından aldığı mektubu krala gösterirken oyunun belki de en romantik birkaç mısrasını
Hamlet’in ağzından okur – ben de bu mısraları nereden hatırladığımı önce merak
eder, sonra bulup sevinirim:
“İnanma istersen yıldızların
yandığına,
Güneşin döndüğüne inanma,
Doğrunun ta kendisini yalan bil,
Ama seni sevdiğime inan.”
Doubt thou
the stars are fire;
Doubt that
the sun doth move;
Doubt truth
to be a liar;
But never
doubt I love.
Hamlet’teki tuhaflığın sebebinin
Ophelia olup olmadığını anlamak için onu aniden Hamlet’in karşısına çıkarıp konuşacaklarını
perde arkasından dinlemeye karar verirler. İçeri girer Hamlet ve edebiyat
tarihinin en bilinen sözü ile başlar:
“Var olmak mı yok olmak mı, bütün
sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına,
oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine
karşı,
Dur, yeter! Demesi mi?”
To be, or not to be: that is
the question:
Whether 'tis nobler in the
mind to suffer
The slings and arrows of outrageous
fortune,
Or to take arms against a sea
o ftroubles,
And by opposing end them?
Hamlet “Leyla’dan geçme faslında”
gibidir, Ophelia’ya onu sevmediğini söyler. Manastıra kapanmasını, ya da bir
aptalla evlenmesini tavsiye eder. Onu üzüntüler içinde bırakıp delirdiğine
iyice inandırarak uzaklaşır. Hamlet’in tuhaf davranışlarından iyice ürken kral
ve kraliçe, arkadaşlarını, Rosencrantz ve Guildenstern’i çağırır ki eğlentilerle
onu meşgul etsinler, sonra alıp İngiltere’ye götürsünler. Ne var ki,
getirdikleri oyunculara babasının acıklı hikayesini oynatır Hamlet; yeni kralın
oyuna verdiği tepkiyi ölçerek, hayaletin
onu aldatmaya çalışan kötü bir ruh olmadığından emin olur. Burada merakımı
celbeden şey, Eyüboğlu’nun “…işlerim ters giderse, bir tiyatro kumpanyası alır
mı beni?” diye çevirdiği Hamlet’e ait soru cümlesi… Çünkü “işlerim ters giderse”,
asıl metinde “if the rest of my fortunes turn Turk with me” J Google dedi ki, “to turn Turk” şeklindeki
ırkçı deyimin “Müslüman olmak, kötüye gitmek” gibi anlamları varmış. Yok William,
alınmadım, bizimkiler de size “dingilizler” diyor. Olur böyle şeyler.
Geldik Hamlet’in sözde
arkadaşları olan Rosencrantz ve Guildenstern sinsilerine verdiği ayara… Sürekli
ağzından laf almaya çalışmalarından bıkan Hamlet ellerine bir çalgı tutuşturur
ve çalmalarını ister. Çalmayı bilmediklerini söylediklerinde ayar gelir:
“Ya, gördünüz mü! Düşünün ne kadar
küçük görüyorsunuz beni. Çalmaya kalkıyorsunuz beni. Perdelerimi bilirmiş gibi
davranıyorsunuz. Sırlarımı üfürmek istiyorsunuz yüreğimden; en yüksek, en alçak
sesleri çıkarmak istiyorsunuz benden. Oysa şu çalgıyı, içi güzelim seslerle
dolu, şu ufacık çalgıyı, bilmem, beceremem diyorsunuz söyletmesini. Allahtan
korkun, bu düdükten daha mı kolay beni öttürmek? Dilediğiniz çalgıya benzetin
beni, kırın koparın tellerimi, perdelerimi, bir tek ses çıkaramazsınız benden.”
“Why, look you now, how
unworthy a thing you make of me! You would play upon me. You would seem to know
my stops. You would pluck out the heart of my mystery. You would sound me from
my lowest note to the top of my compass. And there is much music, excellent
voice, in this little organ, yet cannot you make it speak? 'Sblood, do you
think I am easier to be played on than a pipe? Call me what instrument you
will, though you can fret me, yet you cannot play upon me.”
Hamlet annesinin
odasına çağırılmıştır ki giderken yeni kralı dizleri üstüne çökmüş dua ederken
görür. Geçici bir pişmanlık içindedir kral:
“Sözlerim uçuyor havaya,
ama düşüncem yerde
Öz olmayınca söz
yükselmiyor göklere!”
My
words fly up, my thoughts remain below.
Words
without thoughts never to heaven go.
Hamlet onu öldürmeyi düşünür ama
bu pişmanlık ve af dileme seansı sırasında ölürse cennete gideceğinden korktuğu
için vazgeçer. Kumar masasında, içki aleminde veya yatağında öldürmek ister onu.
Gidip annesini Claudius’a inandığı için şiddetle kınar:
“Ey utanç, yüzün
kızarmaz mı oldu senin?
Ey cehennemin Tanrıya baş kaldıran
şeytanı,
Bir yaşlı kadının kuru
damarlarını,
Böylesine azdırıp
tutuşturabiliyorsan,
Bırakalım fazilet, namus balmumuna
dönsün
Coşkun gençliğin elinde, erişin
ateşinde!
Kimse ayıplamasın kudurup şahlanan
tutkuları,
Madem buzlar bile tutuşuyor
böylesine,
Madem akıl pezevenklik ediyor
arzuya.”
O shame, where is thy blush?
Rebellious
hell,
If thou
canst mutine in a matron’s bones,
To flaming
youth let virtue be as wax
And melt in
her own fire. Proclaim no shame
When the
compulsive ardor gives the charge,
Since frost
itself as actively doth burn,
And reason
panders will.
Hamlet annesine bağırırken
annesi korkup imdat ister, bunun üzerine perde arkasında yine laf dinleyen
Polonius da bağırır. Hamlet “bir fare!” diye perdenin arkasına kılıcını
sallayarak onu öldürür. Babasının hayaleti yine görünür o sırada, geç kalınmış
öcünün alınmasını istemektedir. Yeni kral ölünün nerede olduğunu sorduğunda
yemekte olduğunu söyler. “Yediği yerde değil, kendisinin yem olduğu yerde.” Diye alaylara devam eder. Kral halkın ona
beslediği sevgiden korkarak kendi zarar veremeyeceği için İngiltere’ye yollar. Gönderdiği
mektupta onu hemen öldürmelerini ister. Yolda Polonya’dan iki üç karış toprak
kazanmak için Danimarka üzerinde yol alan Norveç kralı Fortinbras’ın ordularıyla
karşılaşırlar. Çoğu şey gibi bu lüzumsuz savaş da Hamlet’in iç hesaplaşmasına
malzeme olur:
“…Hayvanca bir unutkanlıktan mı
Yoksa korkakça bir dürüstlükten mi
nedir,
Fazla ölçüp biçiyorum yapacağım
işleri.
Kılı kırk yaran bu duraklamanın,
Dörtte biri akıl, dörtte üçü korku
(…)
Nasıl yüzüm kızarmasın görünce
karşımda
On binlerce insanın yakın ölümlere
gittiğini?
Bir esinti uğruna, şan olsun diye,
Mezara gidiyorlar yatağa gider
gibi”
Now,
whether it be
Bestial
oblivion, or some craven scruple
Of
thinking too precisely on th' event—
A
thought which, quartered, hath but one part wisdom
And
ever three parts coward (...)
How
stand I then,
That
have a father killed, a mother stained,
Excitements
of my reason and my blood,
And
let all sleep—while, to my shame, I see
The
imminent death of twenty thousand men,
That
for a fantasy and trick of fame
Go
to their graves like beds.
Ophelia babasının ölümünden
sonra aklını yitirmiş, başından aşağı türlü çiçekler sallandırarak, türküler
çağırarak gezmektedir. Laertes ise kardeşinin bu haline içi kan ağlayarak, sessiz
sedasız gömülen babasını kralın öldürttüğünü düşünerek onu öldürmeye koşar.
İngilizce olan kitabın önsözünde güzel bir tesbit var: Eğer Hamlet’in yerinde Laertes
olsaydı ne oyun bu kadar uzardı, ne de asırlar sonra bile bu kadar çok
konuşulurdu. Evet, ikisi de aynı durumda, üstelik Laertes sadece hisleriyle
hareket ediyor ve intikamını almaya hazır. Fakat Claudius, sanki eski kralı
öldüren kendisi değilmiş gibi, sakin davranır, kralları tanrısal güçlerin
koruduğunu falan söyleyerek Laertes’i sakinleştirir. Kılıç ustası Laertes’in
Hamlet’le kapışmasını kararlaştırırlar. İşi şansa bırakmamak için Laertes
kılıcın ucunu zehirleyecek, kral da dövüşe ara verildiğinde Hamlet susuzluğunu
gidersin diye zehir verecektir.
Tam bu anda, kraliçe Gertrude içeri girer ve
Ophelia’nın öldüğünü şöyle anlatır:
“Bir söğüt vardı
şurada, ırmağın üstüne sarkmış,
Gümüş yaprakları sularda yansıyan,
Ophelia oraya geldi garip çelenklerle (…)
Orda, çelenklerini asmak için belki
Tırmanırken söğüdün sarkan dallarına,
Kıskanç bir dal kırılıvermiş,
Ve Ophelia düşmüş bütün çiçekleriyle
Gözyaşları içine ırmağın.
Etekleri açılıp yayılmış da sulara
Bir süre kalmış ırmağın üstünde deniz kızı gibi
Başına gelenlerden habersiz,
Ya da sularda yaşamak için yaratılmış gibi,
Türkü söylüyormuş Ophelia
Bölük pörçük halk türküleri.
Ama ne kadar sürebilir bu?
Su içip ağırlaşınca etekleri
Kesip zavallıcığın güzelim tatlı sesini
Ölüm çamurlarına batırmışlar Ophelia’yı."
There is a willow
grows aslant a brook
That shows his hoar
leaves in the glassy stream.
There with fantastic
garlands did she come
Of crowflowers,
nettles, daisies, and long purples (...)
There, on the pendant
boughs her coronet weeds
Clambering to hang, an
envious sliver broke,
When down her weedy
trophies and herself
Fell in the weeping
brook. Her clothes spread wide,
And mermaid-like a
while they bore her up,
Which time she chanted
snatches of old lauds
As one incapable of
her own distress,
Or like a creature
native and indued
Unto that element. But
long it could not be
Till that her
garments, heavy with their drink,
Pulled the poor wretch
from her melodious lay
To muddy death.
Bu yüzden bugünün terazilerinde
tartılamıyor Shakespeare. “Neden bir insanın ölümü ilk elden böyle uzun uzun
anlatılır?” diye kendime soruyorum. Tiyatro oyunu bu çünkü, beynindeki incileri
başka türlü nasıl döksün? Eminim bir çok Hamlet uyarlaması sinema filminde bu
bölüm kraliçeye söyletilmemiş, canlandırılmıştır. Güzel de olmuştur, ne var ki,
artık başka bir şey olmuştur. Pirandello’yu biraz anlamaya başladım şimdi J
Geliyoruz son perdeye… İki
mezarcı ve Hamlet arasındaki cin fikirli diyaloglar ve babasının eski soytarısının
kafatasını eline almış hala felsefe yapan ikonik Hamlet figürü ile perde açılır.
Ophelia’nın cenaze töreni yapılıyordur. Laertes’in kardeşine son sevgi
gösterisine dayanamaz Hamlet, ikisi birden mezara atlayıp kavga ederler. Ayırıldıkları
zaman Hamlet, Horatio’ya ölümden nasıl kurtulduğunu anlatır. İngiltere’ye götürdüğü
ölüm fermanını açmış ; Rosencrantz ve Guildenstern’in ölüm emri şeklinde
değiştirmiştir. Konuşmalarını bir saray görevlisi keser, Laertes ile kılıç
dövüşü üzerine bahse girilmiştir. Hamlet hiç oralı olmaz, kabul eder. Kavgada
Hamlet kazanırken kraliçe oğlunun şerefine içmek ister, Hamlet’e hazırlanan
zehirli kadehi alır. Hamlet ve Laertes zehirli kılıçla birbirlerini yaralar.
Laertes ölürken kılıcın zehirli olduğunu söyleyince Hamlet kılıcı krala saplar,
yetmez, zehirli kadehten de içirir.
Benim sayabildiklerim bu kadar.
Başka ölen olduysa da arada gözümden kaçtıysa bilmem. Aslında Horatio da –anlam
veremediğim şekilde- zehirli kadehi alıp kafasına dikecekti ama Hamlet, gerçek
hikayesini insanlara anlatabilmek için biraz daha yaşamasını istedi. Fortinbras
zafer kazanmış, ülkesine dönerken manzarayı gördü ve Hamlet hakkında son sözü
söyledi (Ya ben mi yanlış anladım, Hamlet de bunun babasını öldürmemiş miydi?
Neyse çok karıştı işler.)
“Dört komutan taşısın Hamlet’i
Bir asker şanıyla götürülsün meydan yerine.
Çünkü o tahta çıkabilseydi eğer
Büyük bir kral görürdü dünyamız.”
Bear Hamlet like a
soldier to the stage,
For he was likely, had
he been put on,
To have proved most
royally.
Hamlet, Shakespeare’in en fazla
konuşturduğu karakteri olması yanında, bir de erken yaşta ölen oğluna da
verdiği isimmiş. Önsözde de dendiği gibi eser bir gizemle başlıyor, başka bir
gizemle sona eriyor. Ahlak konusunda karmaşık bir yumak koyuyor önümüze. Bana
göre Hamlet de sorgulanabilir çok şey yapıyor. Belki ruhen bir “öğrenci” olduğu
için okumaktan ve düşünmekten zevk alıyor, yapmaktan değil. Kendisi ile sürekli
çatışıyor. Hayli ilginç olan da, psikologlar Hamlet’in psikolojisini inceleyip,
Shakespeare’in neyi anlattığını teşhis etmeye çalışmışlar. Deniliyor ki,
Shakespeare burada intikam görevi yanlış kişiye verildiğinde olacakları
çalışmış. Öyle ki, Hamlet’in intikam almadaki ölümcül gecikişi, Claudius’u
öldürmeyişi, domino etkisi yaparak Polonius, Ophelia, Rosencrantz,
Guildenstern,Laertes, Gertrude, ve nihayet Hamlet’in kendisinin ölümüne sebep
olmuş.
Abarttım mı? Abartan Shakespeare
mi yoksa ben miyim bilemedim. Öyle bir oyun yazmış ki kendime gelemedim!
Başarılarınızın devamını dilerim.Benim blogumu da zaman zaman ziyaret etmek ve yorum yapmak suretiyle desteklemenizi bekliyorum. İyi çalışmalar dilerim.
YanıtlaSil