1963, Varlık Yayınları. Bence bu
cep kitapları dizisi “less is more” un güzel bir örneği. Her ne kadar ben de
zaman zaman sevdiğim bir eseri güzel ciltler içinde görünce kendimden geçsem de
bu dizinin geometrik şekilli iki renkli kapakları, saman kağıdı, boyutları ve
temiz çevirisiyle yeri ayrı.
Arka kapakta “Almanların son
harbte Norveç’i istila edişlerini” konu aldığı söylense de, kitapta Alman veya
Norveçli gibi tanımlamalar yok. Küçük bir balıkçı ve maden kasabası,
yerlilerden bir casusun yardımıyla işgal ediliyor. Belediye başkanı Orden’in
konağına düşman askerleri yerleşiyor. Orden ve ekürisi Dr. Winter halkın
şaşkınlıktan doğan ilk sessizliğine şaşırmıyor, düşman albayı Lanser’e halkın
eninde sonunda onları yeneceğini söylüyor. İlk şaşkınlığı geçen halk, silahları
olmasa da düşmana kasabayı zindan ediyor. Öldürülme korkusu olmadan karlar
altındaki kasabada tek başına gezemiyor,
kimseyle iki çift laf edemiyor, kasten tuzu fazla atılmamış bir tabak yemek bile
yiyemiyor askerler. İçlerinden biri güzel bir benzetme yapıyor: sinek kağıdını
fetheden sinekleriz biz, diyor, yapışıp kaldık buraya.
Steinbeck’in romanlarındaki
karikatürize tipler hoşuma gidiyor. Sandalyeler yerinden oynatılınca rahatsız
olan kahya Joseph, her daim burnundan soluyan hizmetçi Annie gibi. “İster düşman ister dost olsun, Annie
zaten kapısının önünde birikenlere kaynar su dökecek huyda bir kadındı, fakat
hadiselerin gidişatı onu bir kahraman kılığına sokuvermişti.” Steinbeck
öyle yazıyor ki savaş gibi normalde sevmediğim bir konuya sahip bile olsa
keyifle okunuyor.
Kasabalılar madende kaytarıyor,
tren raylarını bozuyor. Neutragena reklamlarındaki Norveçli balıkçıların atası
olan iki balıkçı kardeş de böyle suçları olduğu için İngiltere’ye kaçıyorlar.
Orden ve Winter onlara bombardıman uçaklarıyla küçük bombaların kullanılmak
üzere atılması için rica etmelerini söylüyor. Bir gece gökten küçük paraşütler
ile kasabaya dinamitler yağıyor, ve kullanma talimatları. Kimisini asker bulup
getiriyor ama kimbilir kaç sivil de bu paketlerden bulup saklıyor. Dr. Winter
ve Orden bu dinamitler kullanılırsa
kurşuna dizileceklerini öğreniyor. Ama Orden, işgalci milletin Almanlar olduğu
fikrini perçinliyor:
“Dakik insanlar bunlar. Vakit geldi artık. Kendilerinin bir tek önderi, bir
tek kafası olduğu için bizi de öyle sanıyorlar. On kişinin kafası uçurulsa
onların sonu geldi demektir, ama biz hür bir milletiz. İçimizdeki insan sayısı
kadar düşünebilen kafa vardır bizde, icabında önderler mantar gibi yerden
biter.”
Kitapta “Önder”, orjinalinde
“the Leader” tabir olunan düşman başının aslında Führer olduğu konusunda
Wikipedia benimle aynı fikirde.
Dr. Winter ve Orden konakta
sessizce oturuyorlar. Orden, dışarıdan sakin görünmesine rağmen korktuğunu,
düşmandan yalvararak af dilemeyi bile düşündüğünü söylüyor. Winter “ama
yapmadın” diyor. Okul günlerinde Orden’in okuduğu “Sokrat’ın Savunması” akıllarına
geliyor, hatırlamaya çalışıyorlar içeri giren Albay Lanser’i fark etmeden:
“Benim katilim olan sizlere
şunları söylemek isterim ki, ben yanınızdan ayrıldıktan hemen sonra bana
verdiğiniz cezadan çok daha fena bir akibet sizi bekliyecektir…Beni
öldürüyorsunuz; çünkü sizi itham edecek, yaptıklarınızı sayıp dökecek birinden
kurtulmak istiyorsunuz. Fakat umduğunuz gibi olmayacak, hakikat bambaşka
tezahür edecektir… Çünkü ilerde sizi itham edenlerin sayısı şimdikinden çok
daha fazla olacaktır…”
Aralıklarla patlamalar
duyulmaktadır, halk dinamitleri kullanmaya başlamıştır bile. Albay Lanser bir
faydası olmadığını bile bile Orden’i kurşuna dizmeleri için emir veriyor.
Orden, Annie’ye hanımefendiyi yalnız bırakmamasını öğütlüyor ve Winter’a
“Kriton”, diyor “Askülepius’a
bir horoz adamıştım. Unutmayıp yerine getirir misin?”
Ölümüne Sokrat gibi gitmiş olan
başkanın kehanetlerinin gerçekleştiğini Steinbeck yazmaya gerek duymamışsa da
biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder