Ne güzel bi kapak bu böyle! |
Aslında Pearl Buck’a Nobel
ödüllü “Ana” romanıyla başlamak istiyordum ama bir arkadaşıma ödünç verdim onu.
Üzerinde basım tarihi göremediğim bu kitap Güven Yayınevi’nin Şaheser
Romanlar’ından. Vahdet Gültekin’in güzel çevirisiyle kolayca okunup bitti.
Yalnız baş karakterin adını Türkçe’ye çevirmek işgüzarlık gibi geldi bana. Yani
ismin anlamı önemli de, bir dipnotla belirtilse ve hikayenin içinde “Peony”
olarak anılsa daha iyi olmaz mıydı?
Bu arada şakayık konusunda bir
aydınlanma yaşadım J Ben şakayık’ın “şakımak”tan
geldiğini sanarak bir kuş türü olduğuna neredeyse emin gibiydim. Oysa Çin
diyarlarında çokça görülen bir çiçek cinsiymiş. Gün geçmiyor ki yeni bir şeyler
öğrenmeyelim.
Gerçekten hoşuma gitti bu kitap.
İlginç diyalogları, baymayan tasvirleri ve o kadar iddiasız görünmesine rağmen
romanın ortalarında Lea’nın yaşattığı şaşkınlık… Şeftali bahçeleri, öğlen
uykuları, gece gündüz içilen pirinç çorbaları, ay aydınlığında gölde gezintiler
J
Şakayık isimli halayık, Yahudi
bir ailenin yanında çalışmaktadır. Neşeli, becerikli, güzel ve zeki bir kız
olan Şakayık, evin tek oğlu David’i sever. Ama aşkının hiç karşılık
bulamayacağından da emindir. Çünkü bay Ezra iş ilişkilerinde faydası olur diye
oğlunu esnaftan bir Çinlinin kızıyla evlendirmek ister. Dominant annesi bayan
Ezra ise hahamın kızı Lea ile evlenip Yahudilerin kutsal kanını muhafaza etmesi
yönünde baskı yapar. Yani kitapta bir ırk meselesi var. Bu meseleyi Buck’ın ele
alışı çok gerçekçiydi. Yahudilerin kutsal ırk olduğunu iddia etmedi. Kitapta
Yahudiler “Çinliler bize kötü de davranmıyor, öyleyse biz neden sürekli
azalıyoruz?” diye kendilerine soruyor.
Bayan Ezra dışında hiçbirinin
“vadedilmiş topraklar”a gitmek gibi bir isteğinin olmaması istemeyi başkalarından öğrendiğimiz her şey konusunda
samimi olamayacağımızı gösteriyor.
Şakayık David’in Çinli kızı Kueylan ile evlenmesini ister çünkü o
zaman kendisi ömür boyu onların hizmetinde kalabilecektir. Bu yüzden
kendilerinin yazmaya bile zahmet etmediği şiirleri onların ağzından yazıp ikisinin arasında
getirip götürür. Ne istediğini pek kendi de bilmeyen David, Lea ve Kueylan
arasında gidip gelir. David’in milliyetçilik damarları kabardığında ona
yakınlaştığını hisseden Lea, bunun geçici bir şey olduğunu anlayınca
umutsuzluğa kapılarak canına kıyar. David Kueylan’la evlenir.
Romanın buradan sonrası hızlı
çekim gibi. Aile babası David, Şakayık’a başından beri aşık olduğunu itiraf
eder. Onun 2. eşi olabileceğini bilse de bunun mutluluk getirmeyeceğini düşünen
Şakayık kendini Budist manastırına kapatır. David’e kızgın değildir, David ise
onunla olamamasına rağmen mutsuz değildir. Bazen olur böyle şeyler, değil mi?
“Birinden nefret etmek insanın
kendi içine kurt koyması demektir. Hayatını kemirir.”
“Gölün dibi karanlık, durgundu
ama, üstünde nilüferler yetişirdi; işte Şakayık bu çiçekleri toplıyacak,
suların dibindeki karanlığı aklına getirmiyecekti.”