Ne ucaklar ne otobusler gordu bu da, tam bir yol kitabi
oldu. 2015’te biten ilk kitap. Sahsim bu kitabi turlu cesit bunalimlarla
hatirlayacaktir her zaman.
Anit Romanlar’in sevimli kapak cizimleri olan, sol ust
koseye kondurulmus yazar portreli kitaplarindan biri bu. Vahdet Gultekin pek
guzel cevirmis ama baksan ‘Insanin Esareti Uzerine’ gibi cool bir sekilde
cevirilebilecek eserin adini ‘Hayatin Esiriyiz’ tarzinda arabeske baglamis
sanki J Neyse efendim, bu okudugum ilk Maugham eseri idi,
sonuncusu da olmaz bana kalirsa. Neden dersen, onsozu okumadan giristigim
romanda cogu kez ‘bu adam yasamis da yazmis olmali, ne kadar dogal’ diye
dusundugum oldu. Daha sonra onsozde bunun yazarin hayatindan bir hayli
beslendigini ogrenince taslar yerine oturdu.
Belki carpicilik amaclandigindan, bircok eserde bu dogallik
bulunmuyor. Mesela, ten renginden tiksindigi, tahta gibi dumduz diye
tanimladigi, riyakar ve basit buldugu bir
Mildred’a yillar suren bir askla baglanan bir Philip Carey’i, kendi de
ayni seyleri yasamadan nasil yazsin bir yazar? Ayni sekilde, cocukken kekeme
olusunun ve Ingilizce’yi iyi konusamayisinin ona hissettirdikleri, topalligini
saklamaya calisan Philip’te can buluyor.
Uzunca bir cizgi bazen ne cok sey sigdiriyor icine.
Sevgilimi bekledigim o geceden sonra ne uzuntuler, ne hayal kirikliklari
yasadik birlikte. Almak zorunda kaldigimiz bir kararin saskinligi hala
uzerimizde. Ben de kitaplarin iyilestirici gucune siginacagim. Kaldigimiz
yerden baslayalim o zaman.
* * *
Perdelerin arkasina pusu kurmus Kizilderililerden
saklanmak icin sandalyelerden kendine magara yapan bir cocuk. Tanidik bildik. Okumayi
sever:
‘Belki kafasindaki
ilk kapiyi o sehirlerden biri actigi icin olacak, Yakin Dogu’yu anlatan kitaplardan daha cok
hoslaniyordu. Camilerin, zenginlik icinde yuzen saraylarin resimlerini gordukce
yuregini bir heyecan aliyordu. Hele bir tanesi, Istanbul uzerine bir kitaptaki
resim, kafasini allak bullak etmisti: Binbirdirek diyorlardi adina, Bizans’tan
kalma bir sarnicmis, halkin kafasinda ucsuz bucaksiz bir yer halini almis.
Resmin altindaki yaziya gore, sarnicin giris yerinde bir kayik bagli dururmus,
onu goren ‘Binip su korkunc yeri gezsem!’ diye bir hevese kapilirmis ama,
karanliklara dalanin geri dondugu hic gorulmemis.’
Kitaplarla iyilesme fikri romanda da var:
‘Cevresindeki hayati
unuttu. Iki uc kere cagiriyorlardi da sofraya oyle geliyordu. Farkinda olmadan,
dunyanin en tatli aliskanligini; okuma aliskanligini edindi. Kendisi bilmiyordu
ama, boylece hayatin butun uzuntulerinden kacip siginacak bir yer bulmustu.
Gene bilmiyordu ki kendisine bir hayal dunyasi kuruyordu; bu yuzden de gercek
hayat onu boyuna hayal kirikligina
ugratacakti.’
Gerci kitaplar da bazen bunalimi katmerlemekten baska ise
yaramiyor. Benim de cok yasadigim su durum gibi:
‘Bakti: okudugu uc
sayfadan aklinda bir sey kalmamisti, bir daha bastan basladi. Sonra farkina
vardi: Hep bir cumleyi bir daha, bir
daha okuyordu. Simdi okuduklari dusuncelere karisiyor, kabus icinde
insanin boyuna soyleyip durdugu bir soz gibi korkunc bir sey oluyordu.’
* *
*
Amcasi sayesinde yoneldigi din, ona yeni seyler
ogretiyordu:
‘Philip kalkti, diz
cokup duasini okudu. O sabah hava soguktu, titriyordu ama, amcasi ogretmisti:
Giyininceye kadar beklemeden, duasini gecelik entarisiyle okursa Tanri’nin
hosuna gidermis, Philip buna hic de sasmamisti; kullarinin eziyet cekmesinden
hoslanan bir Tanri’nin yaratigi oldugunu artik anlamaya baslamisti cunku.’
‘Buyudukce amcasini
daha iyi tanimaya baslamisti. Durust bir cocuktu, ikiyuzlulugu hosgormezdi.
Onun icin, bir adam nasil olur da, her gunku hayatinda hic gozetmedigi seyleri,
sonra papaz kiligina girerek, kendi ogutleyebilir, anlayamiyordu. Ugradigi
hayal kirikligi onu isyan ettiriyordu. Amcasi zayif yaradilisli, hep kendini
dusunen bir adamdi, dunyada rahat yasamaktan baska bir istegi yoktu.’
* * *
Almanya’dir Fransa’dir geziyor adamimiz.
Bir muhasebeci oluyor, bir doktorluga soyunuyor. Meyhanede Cronshaw isimli bir
ayyas, hayatinin anlaminin bir Acem halisinda gizli oldugunu soyluyor ona:
‘Kafasinin
icinde birdenbire bir pencere acilir gibi olmus da hayatin anlami olmadigini
iki kere iki dort eder gibi acikca gormustu ya, bunun yanisira aklina bir sey
daha gelmisti. ‘Cronshaw bana o Acem halisini iste bunun icin verdi’ diyordu:
Haliyi
dokuyan kimse o cizgileri, cicekleri nasil sirf guzellikten duydugu zevkle
islediyse, bir insan da omrunu oyle surebilirdi. Yok, “yaptiklarim elimde degil”
derseniz hayati gene bir halinin cicekleri gibi sayabilirdiniz. Degilmi ki bir
seyin faydasi yoktu, yapmasaniz da olur demekti. Yaparsaniz sirf kendi zevkiniz
icin yapacaktiniz. Hayatin turlu cesit olaylarindan, yaptiklarinizdan,
duyduklarinizdan, dusunduklerinizden bir hali dokuyacaktiniz.
Philip
simdi mutlu olma istegini bir kenara birakmakla en son sacma hulyasindan da
kurtulmus gibiydi. Sagladigi mutlulukla olctukce hayati pek korkunc gelmisti.
Simdi hayatin baska bir seyle de olculebilecegini anlamisti ya, kendinde
yeniden bir guc buluyordu. Aci kadar sevincin de degeri yoktu. Ikisi de hayatin
butun oteki olaylari gibi, halinin dokunmasina yardim ediyordu.’
* * *
Bazilari mutlulugu aramayi birakinca
buluyor. Philip de oyle buldu. Aile dostu Athelny’nin kizi Sally ile, serbetci otu
toplama gunlerinde. Onunla kuracagi yuvanin hayaliyle Ispanya’ya gitme
hayallerini bile unutuyor. Hayatinin son
muhasebesi:
‘Oyle
geliyordu ki, butun omrunce baskalarinin sozleriyle, yazilariyla, ona
asiladiklari dusuncelerin pesinden kosmus, icindeki istekleri hic dinlememisti.
Yolunu hep benliginin istegine gore degil, ‘Soyle yapmaliyim, boyle yapmaliyim!’
dusuncesiyle cizmisti. Hep ileride yasamis, o gunku gun hep farkinda olmadan
gecip gidivermisti.’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder