Eylul’de okudum, ancak simdi yazabiliyorum. Soyle
basliyor:
‘İvan İlyiç
orada toplanmış olanların meslektaşıydı. Birkaç haftadır hasta yatıyor,
hastalığının iyi olmayacağı söyleniyordu. Henüz görevinden ayrılmamakla
birlikte, ölümü halinde onun yerine Alekseyev’in, Alekseyev’in yerine de ya
Vinnikov’un ya da Ştabel’in atanacağı söylentileri dolaşıyordu. Bu nedenle, İvan
İlyiç’in öldüğünü öğrenir öğrenmez odadaki bayların ilk aklına gelen, bu ölümün
kendilerinin ve tanıdıklarının yer
değiştirmesi, yükselmesi üzerinde ne gibi bir etkisi olacağıydı.’
‘Bu ölümün
zihinlerde uyandırdığı çeşitli yer değişikliği ve yeni bir göreve geçme
düşüncesi bir yana, yakın bir tanıdığın ölmüş olması hepsinde, her zaman olduğu
gibi, ‘iyi ki ölen ben değilim de o’
şeklinde bir sevinç yarattı.’
Insanin kendine bile itiraf edemeyecegi birseyi bu adam
nasil da bulup cikarip caktirmadan yuzune vuruyor. Ivan Ilyic’in mesai arkadaşı
sosyal ödevlerini bitirip hemen kendini vint oyununa zor atiyor mesela.
Es seciminde farketmeden sunu dustur edinenler, okusalar
ne hissederlerdi acaba?
‘İvan İlyiç
kendisine daha iyi bir eş seçebilirdi, ama bu da iyi sayılırdı.’
Boyle anlamsiz davranislarda bulunmak neden bu kadar
yaygindir ki?
‘Karısı ortada
fol yok yumurta yokken hayatın tadını tuzunu kaçırıyordu. Durup dururken onu
kıskanıyor, ondan kendisine ilgi göstermesini istiyor, sağa sola çatıyor,
birtakım hoş olmayan kaba davranışlarda bulunuyordu.’
‘Arada bir karı
koca arasında bazı anlaşmazlıklar çıkmıyor değildi, ama ikisinin de
durumlarından memnun olmaları ve işlerin çokluğu büyük kavgaların çıkmasını
önlüyordu. Her şey düzene girince biraz canları sıkılmaya, bir şeyin
eksikliğini duymaya başladılar; neyse ki o zamana kadar yeni dostluklar
kurulmuş, yaşamları yeni aliskanliklarla dolmuştu.’
Hayatta her seyi degistirecegi sanilan seyler vardir,
gerceklestiklerinde ise aslinda pek az seyi degistirebildikleri gorulur: Ivan
Ilyic’in yeni bir eve tasinmasi da benzer bir hikaye:
‘İstedikleri
gibi bir daire de bulunmuştu. Eski tarza uygun, yüksek tavanlı bir konuk odası,
çalışmak için kocaman bir salon, karısıyla kızı için ayrı odalar, oğlu için bir
derslik; kısacası her şey tam onlar için düşünülmüş gibiydi. İvan İlyiç evin
düzenini de üzerine aldı. Duvar kağıtlarını kendi eliyle seçti, evin
mobilyasını elden düşme eşyalardan alarak beğendiği döşemelik kumaşlarla
bunlara günün anlayışına uygun bir görünüş verdi. Her şey yavaş yavaş
tamamlandıkça hayalinde yaşattığı şekle bürünüyordu. (…) İvan İlyiç her şey
olup bittikten sonra evin günün zevkine uygun, ince, kibar bir görünüş
alacağını anlamıştı. Akşamleyin uykuya yatarken salonun alacağı şekli hayal
ediyordu. Henuz tamamlanmayan konuk odasina baktikca ocagi, ocagin onune
konulacak paravanayi, etajeri, saga sola dagitilacak ufak sandalyeleri,
duvarlara asilacak tabaklari, tunc biblolari yerli yerinde goruyordu. (...)
Durusmalarda bazen dalip giderdi, bu sirada duz ya da kabartmali kornislerden
hangisinin perdelere daha iyi gidecegini dusunuyor olmaliydi.’
‘Aslına
bakılırsa pek zengin olmayanların zenginlere benzemek için aldıkları, ancak
birbirininkine benzer. Ivan Ilyiç'inkinin olup olacağı da buydu. O da, kendisi
gibi orta halli insanların belirli kişilere özenerek aldıkları döşemelik kumaş,
abanoz mobilyalar, çiçekler, halılar, tunç biblolar cinsinden koyulu açıklı birtakım
bilinen eşyalar almıştı. Bütün esyalari bu benzerlikle değerlerinden
yitiriyordu, ama gelin bir de ona sorun!...’
Yeni evle ilgili bir isle ugrasirken duser, bir yerini
incitir. Once onemsenmeyecek gibi gorunen bu incinme, bir sizi ile kendini
surekli hissettiren bir agriya donusur (Kitabi okudugum siralarda yeni duzene
alisma cabalari ile kendini gosteren surekli bir boyun agrisi Ivan Ilyic ile
empati yapmami kolaylastirdi). O benden farkli olarak doktor doktor geziyordu
ama:
‘Ivan Ilyiç doktorun kararından durumunun kotu
oldugunu, doktor da dahil, belki
kimsenin buna aldırış etmediğini anladı. Bunu anlayınca da büyük bir
şaşkınlık gecirerek kendine acımaya, böyle önemli bir konuda ilgisiz kalan
doktoruna kin duymaya başladı.’
‘Doktoru ziyaret
edeli beri Ivan Ilyiç'in başlıca uğraşısi, doktorun sağlığını koruması için
söylediklerini harfi harfine uygulamak, ilaçlarını almak ve vucudunu günden
güne kemiren ağrılarına kulak vermek olmuştu. Çevresindekilerin hastalıkları,
sağlık durumları, onun en çok ilgi duyduğu konular arasına girdi. Yanında
birilerinin hastalığından, Ölümünden, iyileşmesinden, hele hele kendisininkine
benzeyen bir hastalığından söz edilmeye görsün, hemen dikkat kesiliyor,
heyecanını belli etmeden sorup soruşturuyor, kendi hastalığıyla
karsilastirmalar yapiyordu.’
Bazen guldurmuyor da degil:
‘Odasına gidip
soyundu, eline Zola'nın bir romanını aldı. Ama bir türlü kendini okumaya
veremiyordu. Hayalinde körbağırsağını isteğine uygun olarak düzeltti. Bütün
organları görevlerini düzenli bir biçimde yaparak tıkır tıkır çalışiyordu.
Kendi kendine, "Olacağı zaten buydu, yalniz doğaya biraz yardım etmek
gerek," diye düşünüyordu. Bu sırada ilacını hatirlayarak dogrulup aldi,
suyla icerek sirt ustu uzandi. Ilacın etkisini, ağrıyı nasıl yavaş yavaş
kestiğini dinlemeye koyuldu.’
‘"Gaius
gerçekten ölümlüdür, onun ölmemesi için bir sebep yok; ama ben Vanya, Ivan
Ilyiç, başkayim... Bütün duygularımla, düşüncelerimle herkesten ayrıyım. Benim
ölmek zorunda olmam akıl almayacak bir şey. Çok korkunç olurdu bu!"
Malesef tamame yabancisi olmadigim sayiklama halleri
(insani bu kadar yoran cok az sey vardir herhalde):
‘Kanepenin
arkalığında bir düğme, sahtiyan kaplamada kırışıklar, derken, "Sahtiyan
hem pahalı, hem de dayanıksız... Onun yüzünden az mı kavga ettik?... Ama
babamızın yırtılan çantasının sahtiyanı da, o yüzden çıkan kavga da bir
başkaydı... Bunun icin bizi odaya kapatmışlar, annemiz bize börek
getirmişti..." diye düşünerek yine çocukluğuna gidiyor, gene acı şeyler hatirliyor,
bu düşünceleri kendinden uzaklaştırıp başka şeyler düşünmeye çalışıyordu.’
Allah insani bunlardan korusun iste. Ic hesaplasma bile
degil bunlar, anlam verememek sadece. Otomatik pilota alinmis gibi yasanan bir
hayat insana hayret veriyor demek ki.Hem de olum o kadar yakinken:
"Karşı
konulmaz," diyordu. "Ama en azından nedenini anlayabilseydim! Bunu da
yapamıyorum... Gerektiği gibi yaşamamış olsaydım aklım yatardı. Böyle bir şeyi
nasıl kabul ederim?" Ivan Ilyiç şöyle bir gerilere gidince yaşamının
geleneklere, göreneklere, nezaket kurallarına uygun geçtiğini düşünüyor,
"Böyle bir şey olamaz!" diyordu. Bir yandan da gülümsüyordu.’
‘Kendisinden
yüksekte olanların iyi saydığı şeylere karşı içinde uyanan belli belirsiz
kıpırdanışlar, hani şu içinde uyanır uyanmaz kovmaya çalıştığı zayıf kuşkular
doğru olabilirdi ve belki bunun dışındakiler gerçeğe aykırıydı! Eşi de, yaşama
düzeni de, aile anlayışı da, görev ve toplum ilişkileri de temelden yanlıştı
belki de.’
Sanki obur tarafa gecip de geri donmus gibi boyle
tasvirler nasil yapilabiliyor?
‘Zaman kavramını
unuttuğu üç gün boyunca, görünmeyen, karşı konulmaz bir kuvvetin onu sokmaya
çalıştığı siyah çuvalın içinde debelendi durdu.’
‘Kendi kendine,
"Evet, yaşamım boyunca gerekeni yapamadığım doğru," diyordu.
"Ama zararı yok. 'Mecbur olunan şey' de pekâlâ yapılabilir. Peki nedir bu
mecbur olunan şey?" Ivan Ilyiç bu soruyu sorduktan sonra birdenbire
sakinleşti.’
Bir insandan sefkat esirgenmisse, o da bunu baskalarina
gostermeyi ogrenememisse daha kotu ne gelebilir ki basina?
‘Can çekişen
Ivan Iyiç avaz avaz bağırıyor, kollarını oradan oraya savuruyordu. Eli birden
oğlunun başına çarptı. Çocuk elini yakaladı, dudaklarına götürdü, ağlamaya
başladı, işte o anda kara deliğe yuvarlanarak oradaki ışığı görmüş, yaşamının
gerektiği biçimde geçmediğini, ama henüz bunu düzeltebileceğini anlamıştı.’
‘Içinde ölüme
karşı duyduğu her zamanki korkuyu arıyor, bulamıyordu. Nerede?... Ne ölümü?...
Korkunun zerresi yoktu, çünkü ölüm yoktu. Ölüm yerine aydınlık vardı.
"Demek öyle! Ne büyük mutluluk!..." Bütün bunlar onun için bir anda
oluverdi ve bu anın anlamı artık değişmedi. Orada bulunanlar içinse can
çekişmesi iki saat daha sürdü. Göğsünde bir şeyler hırıldıyor, bitkin bedeni
tir tir titriyordu. Sonra hırlamalar, titremeler gitgide azaldı. Birisi üzerine
eğilerek, "Bitti!" dedi. Ivan Ilyiç bunu işitti, içinden aynı sözü
yineleyip, "Ölüm bitti, o yok artık," dedi. Derin bir soluk aldı.
Daha soluğun yarısındayken durdu, gerindi ve can verdi.’
Ve spoiler’in en basindan, oykunun ismi ile verildigi
olum gerceklesir. Olen hic haketmedigini dusunerek ve geride kendisi icin
uzulen pek az insan birakarak gitmistir. Gercekci ve fazlasiyla uzucu bir
hikaye.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder