1969’da Remzi Kitabevi’ nden
çıkmış elimdeki kitap. Realist Türk romanının ilk örneğiymiş. Dili başta
zorlayacak gibiydi, ama sonra ben mi alıştım ne, kolay geldi. Sürükleyici bir kitap.
Kitap Boğaziçi’nde mehtapta bir
sandal sefası ile başladı ve hayal ettiğimde gerçekten orada olmak istedim.
Eski İstanbul manzaraları kitapta geniş yer kaplıyor, ve her tarafta
karaktersiz beton yığınları görülmeyen bu İstanbul tasviri bana ferahlık verdi.
Konuya gelince, Zehra kıskanç
tabiatlı, kardeşini bile boğmaya teşebbüs etmiş bir kızdır. Babasının yanında çalışan Suphi ile
evlenir. Hatta “nikahlıların yekdiğerine görünmesi İstanbul’da adet
olmadığından” düğüne kadar yine birbirlerinden uzak kalırlar. Düğünden sonra Suphi’nin
annesi, bunların mutlu yaşamına çomak sokacağını düşünmeden güzel hizmetçi kız
Sırrıcemal’i konağa getirir (bu romanda da bir Sırrıcemal, bir Zehra’nın dadısı
Nazikter isimleriyle iz bırakanlardan oldu J) Zehra kızı kıskandığı için
itip kakarken maalesef Suphi’nin ona önce acımasına, sonra gönül vermesine
sebep olur.
İlginç ve kültürlü bir karakter
olan Zehra, Monte Kristo kontunu defalarca okuyarak kontun düşmanlarından nasıl
intikam aldığını inceler. Bir noktada karar verdim ki, romanın adı “Suphi”
olsaymış da olurmuş, zavallı Zehra intikam alacağım derken adam itfaiyeci oldu,
katil oldu, en son Trablusgarp’a sürüldü. İtfaiyecilik günleri ayrıntılarıyla
anlatılırken, bir yangında her semtten sandıklarıyla yangına giden sandıkçılar
tasvir ediliyordu. Tuhaf olan şu ki, adamlar yangın söndürmeye gidiyor, ama
olur da sandıklardan biri diğerinin önüne geçerse hobaa kavgaya tutuşuyorlar.
Düz ovada keklik gibi seken adamların hali başka tabi, yangına gide gele kanları
kaynıyor.
Nabizade Nazım’ın Kara Bibik
adlı kitabı da okunabilir, üslubu sevdim.
Kıskançlığın kitabından notlar:
“Bir hayli zamandan beri sükunet
bulmuş zannolunan kıskançlığı müvellidülhumuzaya (oksijene) temas etmiş fosfor
tozu gibi birdenbire kemal-i sürat ve şiddetle parlayıverdi”.
“Tiz-refsar olanın pâyına dâmen
dolaştığı gibi Suphi’nin şu tehalükü de müddet-i halecanı uzatmıştı”. ( Barış
Manço’nun “Aman Yavaş Aheste” şarkısında söylediği “Tiz-refsar olanın pâyına
dâmen dolaşır” sözü “acele yürüyenin eteği ayağına dolaşır” demekmiş.)