Sosyal Yayınlar’dan çıkmış dört
ciltlik koleksiyonun bir parçası bu kitap. Girişinde uzunca Çehov’un hayatından
bahsedilmiş. Favorim Rus yazarlarından olan Çehov’a, 44 yıllık ömrüne bu kadar
güzel ve muzip hikayeler sığdırdığı için teşekkür etme imkanım olsaydı keşke!
Evet, 3-4 sayfada öyle
manzaralar koyuyor ki gözümün önüne. Sanki Olacak O Kadar’ın Rusya versiyonunu
izliyorum. Mesela, “Memurun Ölümü”
adlı hikaye…Tiyatroda mutlu mesut oyun seyreden memur Çerviakov’un hikayesi. “Çerviakov seyrediyor, mutluluğun doruklarına
ulaştığını duyuyordu. Derken birdenbire… Hikayelerde bu ‘derken birdenbire’lere
sık sık rastlanır. Yazarların hakları var: hayat beklenmedik şeylerle o kadar
dolu ki…” Olan şu; Çerviakov ön
sıralarda oturan General Brizjalov’un üstüne hapşırdığı ve bunun için
cezalandırılacağı kuruntusuyla, en sonunda ölümüne yol açacak bir korku ile
yaşar. Hasan Ali Ediz’in önsözünü okuyunca daha iyi anladım aslında: Hapşırdığı
için korkan memur, düşük not alan oğlunu dövmesi için komşusuna yalvaran zayıf
kadın gibi karakterler ile Çehov köleliğin henüz silinemeyen izlerini
resmediyordu. Peki bunu yaparken beni aynı anda hem güldürüp hem
hüzünlendirmeyi nasıl başarıyor?
İspiritizma yani ruh çağırma
denemeleri, Çehov karakterlerinin gece hayatının en önemli aktivitesi
anlaşılan. Bir sürü arkadaş toplaşıp ruh çağırıyorlar, sonra tek başlarına
karanlık odalarına gidince de uyku tutmuyor. Mesela, Korkunç Gece isimli
hikaye. Bu arada hikayenin konusuna göre Çehov’un yaptığı gibi soyadlarını Kefenov, Hortlakovski, Cenazeviç vs. şekilde çevirdiği için çevireni tebrik etmek
lazım.
Çehov’un Rusya’sı bana göre
kuruntulu bir millet. Kendini bilmezin biri bir şey söylüyor ve olaylar gelişiyor.
En güzel örneklerinden biri Ünlem İşareti adlı öykü. Genç bir memur Katip
Perekladin’e eğitim almamış olmasına atfen eleştiride bulunuyor ve onun
noktalama işaretlerinin bile neye göre koyulduğunu bilemeyeceğini söylüyor. O
saatten sonra Perekladin kendisini kendi gözünde aklamak için uykusuz kalıyor.
Birçok altı çizili satır arasından
seçtiklerim:
“Zamanın etkisiyle yeşil yosun tutan duvarlarda atalarımın portreleri
asılıydı. Dedelerim beni gururla, sert bakışlarıyla süzerken sanki:
-
Sana temiz bir sopa atmalıydı
azizim! demek istiyorlardı.”
“Gözlemeler masaya gelince ihtiyar dul, acı acı ağlayarak:
-
Gözlemeler de tıpkı rahmetli
karıcığım gibi pespembe. Onun gibi güzel! Tıpkı onun gibi! dedi.”
“Perekladin kalemi eline alıp mürekkebe batırdı, imza etti:
‘Şube Müdürü Yefim Perekladin!!!’
Bu üç işareti koyarken hem seviniyor, hem kızıyor, hem neşeleniyor, hem de
öfke içinde çalkanıyordu.”
“Karısıyla yaşamaya, ona maksadını anlatmaya, acımaya vakit kalmadan
ölüverdi kadın. Onunla kırk yıl yaşadı ama bu kırk yıl sanki tamamıyla bir sis
içinde geçti. İnsan, sarhoşluk, kavga, yoksulluk içinde yaşadığını bilmiyor ki!
Ona acıdığını, ona karşı suçlu olduğunu, onsuz yaşayamayacağını anladığı bir
sırada, kadın, sanki inat olsun diye ölüverdi işte.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder