1964 basımı bu kitabı tam göçebe
hayatı yaşadığım bir zamanda elime aldım. Büyük bölümünü otobüste okudum.
Konu Hardy olunca karşılaşacağım
şey az çok belliydi. İngiltere’nin kırsalında 19. yüzyılda geçen üzünçlü bir
hikaye bekliyordum, öyle de oldu. Sevimsiz ve sıkıcı bir yer olan Little
Hintock’da kereste tüccarı Melbury kızı Grace’i cahil kalmasın diye şehirde bir
lady okuluna gönderir. Ama kız okulu bitirip gelince beşik kertmesi Giles
Winterborne’u beğenmez, kaba saba bulmaya başlar. O sırada köye gelen doktor
Fitzpiers ise Grace’in köydeki diğer kızlara benzememesinden etkilenmiştir.
Roman ilerledikçe, kurguyu
güzelleştiren bir çok öğe işin içine giriyor. Giles’ı seven gösterişsiz Marty, Marty’nin
saçlarını peruk yapmak için satın alan güzel dul Felice Charmond, kafatasını
önce incelemesi için doktora satıp sonra korkup vazgeçen Grammer Oliver
(Grammer diye isim mi varmış?), Fitzpiers’ı seven Suke Damson ve bu yüzden
doktoru öldürmek için geçeceği yola kapan kuran Tim Tangs… Fitzpiers-Grace
ilişkisi de çok ilginçti. Keşke lüks otellerin cazibesine kapılmayıp Giles’ın
elma şarabı kokan evinde yaşayabilseydin be Grace! Giles’ın mezarına çiçek
götürmeye yalnız giden Marty getiriyor kitabın sonunu. “O gitti” diyor, “artık
sadece benimsin”.
Cümleler:
“Thus she had beheld the pet animal purchased for her own use, in pure love
of her, by one who had always been true, impressed to convey her husband away
from her to the side of a new-found idol.”
“I was saying that I lost her by a mere little two months! There is no
chance for me now in this world, and it makes me reckless – reckless! Unless,
indeed, anything should happen to the other one. She is amiable enough, but if
anything should happen to her – and I hear she is ill at this moment- well, if
it should, I should be free – and my fame, my happiness, would be insured!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder