Hayatımı geriye sarmak isteyecek kadar büyük bir
acının ve çaresizliğin içinde bulduğum zamanlara rastlar bu kitap. Ölüme bu
yaşıma kadar bu kadar yabancı kalabilmişken, birbiri ardına sökün eden ölümler
yüzünden çalan telefondan bile korkar olduğum zamanlar… Bir sürü otobüs
yolculuğu gördü bu kitap, balık istifi doldurulmuş dolmuşlarda, gün ışımadan
okundu. Hiç de hafif olmamasına rağmen haftalarca sırtımda taşındı.
Bu yüzden ‘Kitap Hikayeleri’ koydum bu bloğun
adını. Evlendiğim hafta, doktoraya başladığım günler, sevdiklerimi kaybettiğim
günler, hepsine tanık olan bir kitap mutlaka var. Ve o kitap aklıma geldiğinde,
o olaylar sırayla geliyor aklıma. Gelecekteki mutluluk ve üzüntülerim de hep
böyle birer kitapla anılacak. Bence düzenli kitap okuyan herkes için durum
biraz böyledir.
Anılarla kitapları bu kadar iç içe sokmuşken, son
zamanlarda yaptığım bir şeyden de bahsedeyim. Kitap ayracı olarak fotoğrafları
kullanıyorum. Çocukluk fotoğraflarından başladım. Yıllardır baka baka
kanıksadığımı sandığım fotoğraflar, kitabı her açtığımda incelediğim için daha
önce görmediğim detayları gösteriyor.
* * *
* *
Madem ki artık diğer okumalardan fırsat bulup kolay kolay roman
okuyamayacaktım, bari beğeneceğimden emin olduğum bir kitabı taşımalıydım
yanımda. The Warden ile tanıştığım The Barsetshire Novels serisinin
naifliği ve güzelliği bu kitapta da aynen devam ediyordu.
Serinin ilk iki kitabından BBC bir mini dizi çekmiş, ben daha yokken J Çok komik, karakterleri yerli yerinde bir
dizi. Arada bu diziden görseller kullanacağım.
* * * * *
Anthony Trollope sevdiğim bir yazar. Bu kitabın önsözü ile ne derece
çalışkan ve disiplinli olduğunu anladım. Annesi de çok üretken bir yazarmış ve
yazarlığa 50 yaşında, ailesini fakirlikten kurtarmak için başlamış. 26 yılda
114 kitap yazmış, bazılarını bitişikteki odada ölmekte olan eşi ve iki çocuğuna
bakarken.
Trollope hırpani kılıklı, kocaman, tuhaf ve çirkin olarak tanımlarmış
kendisini. ‘Şundan eminim ki yaşayan hiçbir insan benim kadar sık dayak
yememiştir.’ Demiş ayrıca. Yıllarca posta memuru olarak çalışmış. Yazı
yazabilmek için sabah 5:30’da kalkar, bütün boş zamanlarını da yazarak
geçirirmiş. Yazarlığa mesai gibi yaklaşması, roman ve hikayelerini sevmeme
engel olmadı.
* * * * *
Yeni kitabımız ‘Acaba yeni piskopos kim olacak?’ sorusu ile açılıyor.
Piskoposumuzun oğlu Dr. Grantly, kendi kendine üzülerek itiraf ediyor ki
babasının ruhunu bir an önce teslim etmesini istemektedir ki kendisi onun
yerine geçebilsin. Halbuki durumlar öyle gelişmez: Ölümün zamanlaması ve o
zamanın politikaları birleşince, yeni piskopos Mr. Proudie, eşi Mrs. Proudie ve
yardımcıları Mr. Slope Barchester’a gelirler.
Eleanor ve virtüöz babası. |
Şaşırarak görüyoruz ki, hem Harding’in kızını
alayım, hem de adamı işinden edeyim diyen radikal John Bold ölmüş, geride küçük bir erkek bebek
bırakmıştır. Eleanor eşinin matemini tutmakta, küçük yavrusu ile avunmaktadır:
‘Hers was one of those
feminine hearts which cling to a husband, not with idolatry, for worship can
admit of no defect in its idol, but with the perfect tenacity of ivy. As the
parasite plant will follow even the defects of the trunk which it embraces, so
did Eleanor cling to and love the very faults of her husband.’
‘At the loss of every dear
face, at the last going of every well beloved one, we all doom ourselves to an
eternity of sorrow, and look to waste ourselves away in an ever-running
fountain of tears. How seldom does such grief endure! How blessed is the
goodness which forbids it to do so! ‘Let me ever remember my living friends,
but forget them as soon as dead’ was the prayer of a wise man who understood
the mercy of God. Few perhaps would have the courage to express such a wish,
and yet to do so would only be to ask for that release from sorrow, which a
kind Creator almost always extends to us.’
Alan Rickman, Mr. Slope'un meşhur gülümsemesiyle. |
Yeni piskopos silik bir insandır; kararlarında
dominant Mrs. Proudie ve başlı başına bir karakter olan Mr. Obadiah Slope’un
etkisinde kalmaktadır. Bu Mr. Slope dizide Harry Potter’ın Professor Snape’i
Alan Rickman’ın gençliği tarafından başarıyla canlandırılmış. Öyle bir Slope
ki, spin-off yapılsa yapılır. O samimiyetsiz sırıtması, yaptığı ayak oyunları,
tok sesiyle bezgin bezgin, kendini beğenmiş bir şekilde konuşması. ‘Polished
smile’ları, ‘pious glance’ları ile Slope, daha çok işlenmesi gereken, çünkü
gerçek hayatta bir çok karşılığı olan, nabza göre şerbet veren bir karakter
türü:
‘From the poorer classes he
exacts an unconditional obedience to a set rules of conduct, and if disobeyed
he has recourse (…) With the rich, experience has already taught him that a
different line of action is necessary. Man in the upper walks of life do not
mind being cursed, and the women, presuming that it be done in delicate phrase,
rather like it.’
Dominant teyze ve çekinik beyi piskopos :) |
Mrs. Proudie ise bağnaz, tabularını dayatmaya çalışan biri: ‘On looking at the Bradshaw, I see that there are three trains in and three out every Sabbath. Could nothing be done to induce the company to withdraw them? Don’t you think, Dr. Grantly, that a little energy might diminish the evil?’ Aslında Sabbath inanışının etkilerini İngiltere’de hala görmek mümkün. Pazar günleri toplu taşıma daha seyrektir, saat 4’te çoğu dükkan ve restoranlar kapanır. Bunun dini bir inanışa dayandığını öğrenmek beni şaşırttı.
Kayınpederini pek seven başdiyakoz Grantly :) |
‘Good heavens!’ ifadesini
her türlü duygusunu açığa vurmak için kullanan Dr. Grantly, daha çok
savuracaktır bu ifadeyi. Piskopos takımına karşı savaş ilan eder. Çünkü gelir
gelmez Mr. Slope katedralde vaaz vermiş, onun işleri yürütüşüne laf sokmaktan
çekinmemiş, herkesin ilgiyle dinlediği Harding’in kilise müziğinin boş iş
olduğunu söylemiştir.
Hiram’ın bakımevinden ve lojmandan çıkarılmış olan
Harding, kendine bir oda tutmuştur. Bakımevine düşürülmüş bir ücretle tekrar
bir gardiyan atanması söz konusu olunca bir sevinçtir kaplar kendisini. Ama hep
muhatap olmak zorunda kaldığı Slope, gardiyanlığın kendisine bakımevinde bir
Pazar okulu açması karşılığında verileceğini söyleyince, zamanın
gerektirdikleri üzerine söylevde bulununca, kendini zamanı geçmiş bir adam gibi
hissetmeye başlar:
‘A man is sufficiently
condemned if it can only be shown that either in politics or religion he does
not belong to some new school established within the last score of years. He
may then regard himself as rubbish and expect to be carted away. A man is
nothing now unless he has within him a full appreciation of the new era; an era
in which it would seem that neither honesty nor truth is very desirable, but in
which success is the only touchstone of merit. (…) New men and new measures, long
credit and few scruples, great success or wonderful ruin, such are now the
tastes of Englishmen who know how to live.’
Bu şartlarla işi kabul etmek istemediğini, bunun
‘para için uğraşmak’ olacağını söylediğinde Dr. Grantly’nin cevabı hazırdır: ‘If
honest men did not squabble for money, in this wicked world of ours, the
dishonest men would get it all.’
Barchester’da bir din adamı pozisyonunu dolduran,
ama kelebek koleksiyonu yapmak için İtalya’ya Como gölü kıyısına giden ve
yıllardır orada olan bir Mr. Stanhope vardır. Giyinip kuşanmayı seven eşi,
gösterişsiz ama becerikli büyük kızı Charlotte, uçarı ama sevimli oğlu Bertie
ve güzeller güzeli, yürüyemeyen küçük kızı Madeline ile birlikte bu beyefendi,
Mrs. Proudie’nin girişimleri sonucunda Barchester’a geri çağırılır.
O sırada Mr. Slope, Harding’den gardiyanlığı artık
istemediği ile ilgili söz koparmakla meşguldür. Mrs. Proudie’nin önerdiği
ondört çocuklu Mr. Quiverful ile anlaşmaya gidecektir çünkü bu adam gelirinin
artması için her şeye peki diyecek bir biçaredir. O ara, tesadüf eseri
Eleanor’un varlıklı bir dul olduğunu öğrenir. Onun güzelliğini takdir etmekle
beraber, Madeline’e de sürekli ziyaretlerden kendini alamamaktadır. Bu durumda,
Eleanor’a yanaşmaya çalışır tekrardan. Ona babasının gardiyanlığı ile ilgili konuşmalarla
yanaştığı için Eleanor da Slope’a iyi niyetle yaklaşır. Ama bu iyi niyet,
babası, ablası ve Dr. Grantly tarafında bu ikisinin evleneceği ile ilgili bir
şüphe uyandırır. Ama yazarımız, Eleanor’un Slope’a yar olmayacağını orijinal
bir söylemle erkenden açıklar (işte bunu seviyorum):
‘Have not often the profoundest efforts of genius been used to baffle
the aspirations of the reader, to raise false hopes and false tears, and to
give rise to expectations which are never to be realised? Are not promises made
of all but delightful horrors, in lieu of which the writer produces nothing but
most commonplace realities in his final chapter? And is there not a species of
deceit in this to which the honesty of the present age should lend no
countenance?’
Artık Harding için uğraşmaya başlayan Slope’un
karşısında Quiverful için direten Mrs. Proudie vardır. Hangisinin yanında yer
alacağını bilemeyen piskopos, önce eşine kafa tutmayı düşünür:
‘Now, bishop, look well to
thyself, and call up all the manhood that is in thee. Think how much is at
stake. If now thou art not true to thy guns, no Slope can hereafter aid thee. How
can he who deserts his own colours at the first smell of gunpowder expect faith
in any ally? Thou thyself has sought the battlefield; fight out the battle
manfully now thou art there. Courage, bishop, courage! Frowns cannot kill, nor
can sharp words break any bones. After all the apron is thine own. She can
appoint no wardens, give away no benefices, nominate no chaplains, an’ thou art
but true to thyself. Up, man, and at her with a constant heart.’
Tabi gündüz eşinin gazabından kaçabilse de, gece
onun hakimiyetini kabulden başka çaresi kalmaz. Slope desteksiz kalmıştır
artık. Eleanor ise, varlığına katlanamadığı Slope'u yine de başkalarına karşı
savunmaktadır. Slope, babasının durumun hakkında bilgi vermek bahanesiyle ona
mektuplar yazıp ‘O ipek gibi bukleleriniz…’ gibi ifadelerle süsler. Malesef birinden hem hazzetmeyip, hem de onu
savunmaya çalışma durumu bana hiç yabancı değil. Kendimize söylemek
istemediğimiz, ama sık sık başımıza
gelebilen bu durumun bir adı bile olmalı bence. Her neyse, doğal olarak Eleanor
bu durumdan zarar görür.
Slope gibiler hakkında gerçekçi tespitler yapar
yazarımız, benim gibileri kara kara düşündürerek:
‘A man in the right relies easily
on his rectitude, and therefore goes about unarmed. His very strength is his
weakness. A man in the wrong knows that he must look to his weapons; his very
weakness is his strength. The one is never prepared for combat, the other is
always ready. Therefore, it is that in this world the man that is in the wrong
almost invariably conquers the man that is in the right, and invariably
despises him.’
O sırada Dean of Barchester hastalanır. Yeni merak
konusu yeni dean’ın kim olacağıdır. Slope hemen kendisi ile ilgili girişimlere
başlar, gazetelere yazılar yazdırır, piskoposun kulağına üfler. Fakat ecel bir
türlü gelmemektedir!
Dr. Grantly’nin girişimleri ile Slope’a karşı meydanı boş
bırakmamak için ağırbaşlı Mr. Arabin civar köylerden birine göreve getirilir.
Onun şerefine köyün zenginlerinden Thorne’lar bir parti verirler. Ki bu
partinin anlatımı da hoştur: Köyün sosyal sınıfları, kimin bahçede kimin evde
oturacağına nasıl karar verileceği, o zamana göre bile eski moda kalan oyunlar
oynanması. İşte bu partide Slope iyice coşarak ‘Bu ölümlü vadide, Tanrı bizi
sonsuza kadar dizinin dibine Alana kadar el ele yürümek güzel olmaz mı?’
şeklinde ağdalı cümlelerle Eleanor’a evlenme teklif eder. Bir de beline
sarılmaya kalkınca Eleanor’dan tokadı yer!
Yine tanıdık bir durum: Eleanor attığı tokadın ve
başına gelenlerin etkisi ile şaşalamıştır. O sırada Stanhope’ların büyük kızı
Charlotte onu alır, ne olduğunu sorar. Söylesin mi, söylemesin mi? Söylememek
kabalık, söylemek tedbirsizlik olmaz mı?
‘There are some moments in
life in which both men and women feel themselves imperatively called on to make
a confidence; in which not to do so requires a disagreeable resolution and also
a disagreeable suspicion. There are people of both sexes who never make
confidences; who are never tempted by momentary circumstances to disclose their
secrets; but such are generally dull, close, unimpassioned spirits, ‘gloomy
gnomes, who lived in the cold dark mines.’
O da söyler haliyle. Ve önceden yine servetine
yönelik olarak planlanmış bir evlilik teklifi daha alacaktır Bertie’den. Ama bu
adam epey uçarı olduğu için ablasının bütün planını Eleanor’a söyler.
La Signora Madeline Vesey Neroni |
Eşinin hakimiyetini kabul eden piskopos, Slope’u
nihayet gözden çıkarır. Yeni dean olarak da onun değil Harding’in adı verilir. Giderayak
Madeline Neroni’den de herkesin önünde bir aşağılama seansı alır Mr. Slope:
‘It’s gude to be merry and
wise --Mr.Slope,
It’s gude to be honest and
true;
It’s gude to be off with
the old love – Mr. Slope,
Before you are on with the
new!’
Slope Londra’ya döner ve orada başka bir dul ile
evlenir. Tabi ki aç kalmayacaktır; Slope’lar hiçbir zaman aç kalmaz!
‘It is well known that the
family of the Slopes never starve: they always fall on their feet like cats,
and let them fall where they will, they live on the fat of the land. Our Mr.
Slope did so.’
Peki sonunda bizim Eleanor kime yar olur? Sessiz
sedasız hikayeye giren Mr. Arabin’e! Nasıl olur bu? Mrs. Thorne bu ikisi
arasında çöpçatanlık yapmak ister ama, evine misafirliğe çağırdığı bu iki kişi
daha ilk günden açılırlar birbirlerine. Mrs. Thorne biraz bozulur. Aslında
bizim de istediğimiz, olsun diye çabaladığımız bir şey bizim yardımımız olmaksızın
gerçekleştiğinde yaşadığımız o bozulmayı yaşar o da. Harding, artık bu kadarına
anlam veremediğim bir mütevazilik ile dean’liği yeni damadına verir. Bir dahaki
kitaba kadar Happily Ever After J
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder