Çağlayan Yayınevi’nin 1954’te bastığı bu
kitap cep kitabı denecek boyutta. Çekilecek çilemi Hemingway ile çektikten
sonra bana bir ödül oldu. Uzaktan akrabası Ata Bey’in İstanbul’daki evine
yerleşen çarpıcı güzellikteki bir kızın, Ayşen’in ilginç değişimi ve bunun Ata
Bey ve daha bir çok kişinin hayatı üzerindeki etkileri çok akıcı, bazen komik,
ama çok gerçekçi şekilde anlatılıyor. Cumhuriyet’ten 20-25 sene sonra
İstanbul’da “batılılaşma”nın canla başla benimsendiği bir dönemi okumak çok
zevkliydi. Serin, Deniz gibi modern isimler, alevli dondurmalar, Dolmabahçe
Sarayı’nda açık büfeli davetler, Florya’da deniz banyoları...
Tabi en büyük değişim Ayşen’in “dayı” diye
hitap ettiği Ata’da oluyor. Ata’nın ona çıkarcılıkla mı içtenlikle mi bağlı
olduğunu uzun süre anlamadım. Ama gerçeğe uygun şekilde, bir yerden sonra şunu
düşündürdü roman: İkisinden biri olmak zorunda değil; aslında onunla birlikte gelen maddi ferahlık da, güzelliğinin getirdiği büyülenme hali de onun yokluğunu tatsız hale getiriyor. Roman boyunca takdir edilemeyecek
bir çok şey yapsa da Ata’ya acımak bu yüzden çok kolay. Ayşen? Allah onun
belasını vermiş zaten.
Daha neler neler:
“Sahi, sinema yapılalı şaşılacak ne
kalmıştı? Küçük bir kasabanın yağmur
sulariyle lekeli, dikiş ve yama yerleri meydanda derme çatma perdesinden bütün
dünyayı, hatta kurulduğundan bugüne kadar olup bitenleri ve gelecekte
olacakları öğrenmek mümkündü. Kendisi de Amerika’nın seksen katlı binalarını,
Afrika ormanlarındaki vahşi hayvanlarla Çin ve Hind halkını, daha neleri,
denizaltılarının makine dairelerinden tutunuz da yerin dibindeki istihkamları,
hepsini filmlerden öğrenmemiş miydi? Yarın onlarla karşılaşsa fazla bir
heyecana kapılmayacaktı; eskiden görmüşçesine hareket edecekti.”
“Kazıklar üstüne kurulmuş Florya köşkünü
işaretle Ayşen’e:
-Atatürk için yapılmıştı, şenliği de
onunla bitti. İnkilabı yapmasaydı şu halk zor soyunurdu böyle, zor yayılırdı
kumlara! dedi.”
“Ata içinden yürek çarpıntılariyle
mırıldandı:
-Hah, ona da yumuşamış! Ayol, Ayşen bir
nevi Günname imiş te ben farkında olmamışım. Bizi uyuttuktan sonra Boğaziçi
gezintilerine kadar işi götürmüş; gencini sarılıp öpmüş, bakalım orta yaşlısına
ne biçim iltifatta bulunmuş? Herhalde mahçup Amerikalıyı da mahrum bırakmamıştır
ama herifin lisanından anlamıyorum. Elini, saçını, bir tarafını okşadıysa
çocukcağızın yüzü domates gibi kızarmıştır. Kan boğmadığına şükür!”
Bonus:
Kitabın arkasındaki fantastik Puro Sabun
ve Gripin reklamları! “Puro kullanınız... Daha GÜZEL olursunuz”. O kadar kolay
mı ya? Büyük punto = inandırıcılık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder