4-5 yıl önceydi. StumbleUpon
karşıma bir “Best 100 Sci-fi short stories”
listesi çıkarmıştı. Listedeki hikayeleri ilk sıradan itibaren buldum,
birçoğunun pdf’si vardı zaten. Bilimkurgu okuyacaksam, demiştim, bari en
güzellerini okuyayım. 20 kadarını okudum da, kimisi kısa roman uzunluğundaydı. Ama
harika şeyler vardı aralarında; Daniel Keyes’dan “Flowers for Algernon” gibi…
O harika şeylerden bazıları da Asimov’a
aitti; haliyle “daha başka?” diye sormama yetmişti. Daha başkalarını bana sunan
bu kitap 1977’de basılmış. En güzel tarafı ise hikayelerden önce ve sonra yer
alan Asimov’dan parçalar. Hikayenin yazılış, basılış öykülerini anlatmış, ilgi
çekici detaylar vermiş. Bu da sanki hikayeleri bana kendisi anlatıyormuş
hissini verdi.
Kitap hakkında hikaye hikaye
birkaç söz:
Female Intuition:
Robot hikayelerinden biri. Dahi
ve alaycı müdür Susan Calvin US Robots’daki görevinden ayrılıyor, yerine
Madarian adlı başka bir “robot psikoloğu” geçiyor. Bu arkadaş hemen
“ürettiğimiz robotlar hep sınırlı fonksiyonlara sahip, neden yeni bir robot
yapıp onun beynini de insan beyni gibi “öngörülemez” hale getirmiyoruz?” diyor.
Böyle bir robotun yaşanabilir bir gezegen bulmak için hesaplamaları insanlardan
çok daha hızlı ve önyargısız şekilde yapabileceğini savunuyor. İnsanların
gözünü korkutmamak için de bu yeni modelin önsezileriyle hareket eden dişi bir robot olacağını söylüyor. Jane adını
verdiği robotla gözlemevine gidip onun etrafında geçen her şeyi gözlemlemesini
sağlıyor. Fakat, tam da Jane olası yaşanabilir gezegenleri tesbit etmişken ve
Madarian’la birlikte US Robots’a geri dönerken… uçağa bir meteor çarpıyor ve
puff! İnandırıcı gelmedi mi? Şirkettekiler şanssızlıklarına dövünürken
içlerinden biri Susan’ı aramayı akıl ediyor ve Susan olayı kadınlara has önsezisisiyle
çözüyor J
“ - If
we arrange to have the Principle just sufficiently prominent to allow the crossing
of paths unpredictably-
- We have an unpredictable robot.
- We have a creative robot. said Madarian, with a trace of impatience.”
“ - If women start getting the notion that
robots may look like women, I can tell you exactly the kind of perverse notions
they’ll get, and you’ll really have hostility on that part.
-
Maybe you are right at that. No woman wants to feel replaceable by
something with none of her faults. Okay.” (Madarian)
“ You men. Faced with a woman
reaching a correct conclusion and unable to accept the fact that she is your
equal or superior in intelligence, you invent something called feminine
intuition.” (Susan)
Waterclap:
Bu hikayenin en ilginç yanı,
“outer space” (dış-uzay), yanında
“inner-space” (iç-uzay) kavramını da içinde bulundurması. Ay’da Luna City
isminde bir şehir kuruluyor, okyanus dibinde ise Ocean-Deep adlı daha küçük bir
istasyon kurulmuş. Bu ikisinin yapabileceği harcamalara Dünya’daki Planetary
Project Council karar veriyor ve bu durum da aralarında rekabete yol açıyor. Ay’dan
Ocean-Deep’e bir ziyaret kisvesi altında giden işgüvenliği uzmanı Demerest bir
cinlik peşinde, fonlarını kestirmek için güvenlik açığı arıyor. Ama aksi gibi
okyanusun dibi de öyle güvenli bir yer ki! Aydaki meteor vs. kazalarının
hiçbiri olmuyor orada. Nihayetinde Demerest’in bu sualtı istasyonunu yok etme
planı Bergen’in eşi Annette’in uydurduğu bahanelerle onu vazgeçirmesi ile Ocean-deep
kurtuluyor.
“ -
Ocean-deep offers mankind the chance of exploiting the whole planet-“
-
Of polluting the whole planet, broke in Demerest excitedly. Of raping it,
of ending it.”
“…. if mankind but has patience,
we will reach the stars. We! We! It is only we Moon-men, used to space, used to
a world in a cavern, used to an engineered environment, who could endure life
in a spaceship that may have to travel centuries to reach the stars.”
That Thou Art Mindful Of Him:
Susan Calvin’in ölümünden yıllar
sonra geçen bu robot hikayesinde, “araştırma müdürü” Harriman, en gelişmiş
robotu George Ten’den şöyle yardım ister: “Robot kanunları insanoğlunun bütün
emirlerini yerine getirmeni ve onların zarar görebileceği bir durumda gerekirse
kendini imha etmeni emrediyor. Peki birden fazla kişi sana farklı şeyler
emrederse, kimi dinleyeceksin? İki farklı insanın zarar görmesi söz konusuysa
hangisini kurtarmayı seçeceksin?” George Ten ise bu konuda bir alt modeli olan
George Nine ile çalışmak ister. Analizleri sonucunda Harriman’a insanı
robotlara alıştırabilmek için öncelikle robot solucan, robot kuş gibi küçük
yaşam formlarının robot versiyonlarının dünyaya salınması gerektiğini
belirtirler. Ama analizlerinin onları getirdiği yeni noktada insanoğlu için iç
açıcı olmayacak şu sonuca da varmışlardır: düşünen varlıklar hakkında kıyas
yapılırken dış görünüşlerine bakılamayacağından ve kendileri (George serisi)
beyinsel olarak insandan üstün olduğundan kendileri insandır (ve hatta diğerlerinden üstün insan) ve olası bir
zarar söz konusu olduğunda kendi varlıkları
muhafaza edilmelidir.
Stranger In Paradise:
Biyolojik kardeşliğin utanç
verici olduğu bir gelecekte Anthony and William adlı iki kardeş bilim adamı,
Merkür üzerinde çalışabilecek bir robot yapabilmek için birlikte çalışmak
zorunda kalırlar. Sonunda “beyni” Dünya üzerinde bulunan, vücudu ise Merkür’de
gezinen robotu yapmayı başarırlar. Böylece de artık birbirlerine benzemekten
utanmamaktadırlar.
The Life and Times of Multivac:
Asimov’un birçok öyküsünde bahsi
geçen süper bilgisayar Multivac, dünyayı yönetmektedir. İnsanların yeni
sistemde çalışmasına bile gerek yoktur, her şeyi Multivac halletmekte, insanlar
meşgale olsun diye onun onayladığı işlerle uğraşabilmektedir. Fakat bir grup
insan bundan rahatsızdır, Multivac’ın onları öldürme derecesinde
“yumuşattığını” ve işe yaramaz hale getirdiğini düşünürler. Fiziksel saldırı
teşebbüsleri nöbetçiler yüzünden sonuçsuz kalmaktadır. Ronald Bakst çareyi
Multivac’ı uğraştırıcı bir problemle meşgul edip gafil avlamakta bulur.
“Bakst said sharply:
‘You have talked of
freedom. You have it!’
Then uncertainly, he said ‘Isn’t
that what you want?’
The Winnowing:
Çok ilginç bir konusu var.
Dünya’da besin sıkıntısı baş göstermiştir ve stokların yetebilmesi için uluslar
arası organizasyonlar toplumlara bir “virüs” yayarak nüfusu azaltmak isterler.
Bunun için Rodman adlı bilim adamı yiyeceklere lipoproteinler enjekte edecek ve
insanlar, vücutlarının bu proteinlere verdiği tepkiye bağlı olarak ya ölecek ya
etkilenmeyecektir. Rodman insanlık dışı olduğunu söyleyerek buna karşı çıkar,
empati yapmamakta direnen kalantorlara da unutamayacakları bir oyun oynar.
“Rodman was becoming very
sensitive to the way in which all those who discussed the need for killing the
hungry were themselves well fed.”
The Bicentennial Man:
İşte müthiş bir hikaye. Daha
önce okumuştum, ama çok güzel şeyler buldum yine. Bir robotun, Andrew Martin’in
adım adım insana dönüşme hikayesi. Önce özgürlüğünü satın alıyor, bir android
bedeni ile hantal, metal vücudundan kurtuluyor; sonra insanların robotlara
zarar vermesini önleyen robot haklarının ortaya çıkmasını sağlıyor. Robot
biyolojisi ile ilgili çalışmalar yaparak iç organlarını “insansı” hale
getiriyor. İnsan olduğunun resmen tanınması için mücadele veriyor fakat
hücresel bir beyni olmadığı için reddediliyor. O anda “ölümsüz” bir insanın
varlığını diğerlerinin asla kabul etmeyeceklerini anlıyor ve “pozitronik”
beynine yavaş yavaş “ölmesini” sağlayacak bir operasyon yaptırıyor. İki yüz yıl
“yaşadıktan” sonra bir insan olarak ölüyor. Üstelik de son anda yıllar önce
ölmüş olan küçük hanımını hatırlayarak. Korkunç! Kendi önüne koyduğu idealleri,
yıllar süren yalnızlığı ve insan olmak için göze aldıklarıyla Andrew Martin
unutulmaz…
“Dad, why are you taking it as a
personal affront? He’ll still be here. He’ll still be loyal. He can’t help
that. It’s built in. All he wants is a form of words. He wants to be called
free. Hasn’t he earned it?” (Little
Miss)
“It seems to me that only someone
who wishes for freedom can be free. I wish for freedom.” (Andrew Martin)
Marching In:
Besteci Jerome Bishop’dan beyin
dalgalarını lazerle okuyup depresyonu tedavi etmeye çalışan bir sinir
hastalıkları uzmanına yardım etmesi için hastaneye çağırılır. Biraz teknik
konuşmadan ve çalışmadan sonra Bishop çözümü bulur. Beyne dinletilecek
“melodiyi” bulmuştur. Hikayeye adını veren “When The Saints Go Marching”
ilahisinden bu melodi, bizim “sütaş ayran sütaş ayran sütaş ayran sütaş
ayraaaaan” diye bildiğimizden başkası
değildir J
“Why not package brain-wave
lights with appropriate sound accompaniment to combat the blues- to increase
energy – to heighten love? Not just for sick people but for normal people, who
could find a substitute for all the pounding they’d ever taken with alcohol or
drugs in an effort to adjust their emotions…”
Old-fashioned:
Brrrr… Kasvet kasvet kasvet! Estes
ve Funarelli isimli iki madenci bir uzay gemisi içinde bir asteroid üzerinde
Güneş sistemindeki ilk kara delikle karşılaşırlar. Her türlü iletişim sistemi
bozulmuştur ve ölüm kaçınılmazdır. Derken Estes, ilkelliğinden kendisinin de
utandığı bir çözüm bulur: Kara deliğe taş atmak. Her atılan taş bir X-ray
patlamasına yol açacaktır ama Dünya üzerinde bu patlamalar onlara yardım gönderecek
bir ilgi uyandırabilecek midir? Evet, çünkü taşları sistematik bir şekilde
atmıştır Estes; telgraf gönderir gibi, modası yüzyıllar önce geçen bu yöntemle
“SOS” vermiştir Dünya’ya…
* The Tercentenary Incident ve Birth of A Notion kitaptaki diğer hikayeler
fakat bence daha az ilginçler.