Elimdeki kitap 1971’de Akba
yayınlarından çıkmış. Kedili logosu, başındaki renkli çizimleriyle bu
yayınevine çok içim ısındı ama çıkan diğer kitaplara baktığımda pek tanıdık
kitaplar göremedim.
Kitaba adını veren mağaza
Paris’te mini mini bir kumaşçı dükkanından dev bir eski zaman Primark’ına
dönüşüyor. Binlerce çalışanın içinde baş karakter sessiz ama karizmatik Denise
Baudu de var. Birbirini çekemeyen tezgahtar kızlar, mağazadan alışveriş yapan
Paris sosyetesi ve kadınları binbir çeşit göz alıcı eşya ile “avlayan” patron
Mouret… Mağazanın etrafında ise birer birer iflasa sürüklenen küçük esnaf yeni
ticaret düzenini anlamamakta direniyor. Kimse kurtulamıyor bundan… Denise de
kimseyi kurtaramıyor, o kadar yardım teklif ettiği şemsiyeci Bourras Baba evini
nihayet yıktıkları zaman sırtını dönüp gidiyor.
Ne bu yeni düzen? Günümüzdeki
alışveriş merkezi düzeni aslında… Paris sosyetesinin gözdesi olacak bir
ipekliyi ucuza satarak müşteri çekiyor mağaza. Üzerinde mağazanın ismi yazan
balonlar dağıtıyor, büfesinde alışverişe gelenlere bedava ikramlar veriyor.
Mouret reyonları öyle bir düzenliyor ki, azıcık işi olan bir kadın bile bütün
mağazayı dolaşmak zorunda kalsın. Bu bana bir katta aşağı inen ve yukarı çıkan
merdivenleri asla aynı yere koymayan yeni nesil cin fikirlileri hatırlattı. Böyle
böyle gözüne far tutulmuş tavşan gibi kalıyoruz ya zaten J
Roman boyunca gözümün önünden
Alançon dantelleri, garnitürler, siyah ipekliler, top top kumaşlar geçti… Zola
bilinçli tüketicisinden kleptomanına, dırdırcı kadından alışveriş hastasına
çeşit çeşit profili önüme koyarak kitabı okumayı çok keyifli hale getirdi. Tezgahtara
aşık olan patron klişesi var ama bu
sefer gözünü para bürümüş patronu yola getirmek için bayağı uğraşmak gerekti.
Top top kumaşlar arasından:
“Önce tavana karışık desenleri
kırmızı bir zemin üzerine dokunmuş Uşak halıları gerilmişti. Sonra dört
taraftan kapı vazifesi gören halılar sallanıyordu. Kayseri ve Suriye kapıları
sarı, yeşil gibi parlak renkli, Diyarbakır kapısı daha kaba sert ele gelen
çobanların giydikleri abayı hatırlatır cinstendi… Gördes, Kula, Kırşehir,
fiyatları onbeş franktan başlayan halılar...”
“Ve yürüyordu hep… Cenazelerin
arkasından gittiği o matemli, ezilmiş yürüyüşüyle… Sessizlik ve yarı karanlık
içinde yürüyordu. Bir yürüme hastalığına tutulmuş gibi… Böylece sanki acılarını
sallayıp, uyutmak, uyuşturmak istiyordu.”
“Kadın halkı yavaş yavaş
uzaklaştığı kiliseler, kaybettikleri inançlar yerine boş vakitlerini doldurmak
için onun pazarını, muazzam bir Pazar halindeki mağazasını koymuştu. Kadın
orada boş saatlerini, evvelce kiliselerin loş derinliğinde geçirdiği, kuşkulu,
insana ürperti veren zamanlarını geçirmeye geliyordu. Asabi bir bağlanma
isteğinden doğan, her zaman yenilenen bir harcama ihtiyacı, kocaya, kocanın
menfaatlerine karşı yeni bir dinin, moda dininin yeni başlayan mücadelesi!”
BBC’nin İngiliz versiyonu period
draması The Paradise’ı izledikten sonra notlar: Filme alınmaya çok müsait bir
kitap, sonuçta görsellik ön planda. Hep aynı mekanda geçmesi biraz tiyatro
havası veriyor. Sevimli olmakla birlikte arada simasında bir Frida havası
sezilen Denise ve Ahmet Kural’a benzettiğim Moray aşağıda:
Eklenen karakterlerin arasında
dönemin stil ikonu olarak kitapta olmayan bir rol ile Katherine Glendenning
var. Gösterişli kıyafetleri ve Moray ile yaşadığı romans ile Denise’in mutlulukla
arasındaki en büyük engel.
Kitapta var mıydı hatırlamıyorum
ama her hafta bir bölümü yayınlanan korku hikayeleri, Paris’ten gelen allığın
İngiliz hanımlarına sevdirilme çabası vb. yan öğelerle eğlenceli hale gelmiş
diyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder