17 Şubat 2015 Salı

Trois Contes / Uc Hikaye – Gustave Flaubert



Buhranli donemlerin buhranli kitabi… Cizim kapagina ve yazarina aldanip aldigimi hatirliyorum. Ama hikayelerin hicbirini begenmedim. Temiz yurekli Felicite’si sevme ihtiyacini bir papagana yonlendiren safca bir kadin. Konuksever Aziz Julien’i bana gore tam facia, zira ‘gore’ elementler iceriyor. Julien her buldugu hayvani oldurdukce bana fenalik geldi. En son ‘yanlislikla’ anne babasini oldurdukten sonra tovbekar olup cuzzamli bir insana bile iyilik ettigi icin azizlik mertebesine yukseliyor. Hele Herodias’tan bir sey anlamadim. Bana yabanci yer ve kisi adlariyla dolu, duygulari tasvir etmekten uzak bir hikaye. Neymis, Herodias John the Baptist’i idam ettirmis. Ama bu boyle mi anlatilir yahu.

Neticede Madame Bovary’i okumak icin biraz cesarete ihtiyacim var artik J


Of Human Bondage / Hayatin Esiriyiz – Somerset Maugham


Ne ucaklar ne otobusler gordu bu da, tam bir yol kitabi oldu. 2015’te biten ilk kitap. Sahsim bu kitabi turlu cesit bunalimlarla hatirlayacaktir her zaman.

Anit Romanlar’in sevimli kapak cizimleri olan, sol ust koseye kondurulmus yazar portreli kitaplarindan biri bu. Vahdet Gultekin pek guzel cevirmis ama baksan ‘Insanin Esareti Uzerine’ gibi cool bir sekilde cevirilebilecek eserin adini ‘Hayatin Esiriyiz’ tarzinda arabeske baglamis sanki J Neyse efendim, bu okudugum ilk Maugham eseri idi, sonuncusu da olmaz bana kalirsa. Neden dersen, onsozu okumadan giristigim romanda cogu kez ‘bu adam yasamis da yazmis olmali, ne kadar dogal’ diye dusundugum oldu. Daha sonra onsozde bunun yazarin hayatindan bir hayli beslendigini ogrenince taslar yerine oturdu.

Belki carpicilik amaclandigindan, bircok eserde bu dogallik bulunmuyor. Mesela, ten renginden tiksindigi, tahta gibi dumduz diye tanimladigi, riyakar ve basit buldugu bir  Mildred’a yillar suren bir askla baglanan bir Philip Carey’i, kendi de ayni seyleri yasamadan nasil yazsin bir yazar? Ayni sekilde, cocukken kekeme olusunun ve Ingilizce’yi iyi konusamayisinin ona hissettirdikleri, topalligini saklamaya calisan Philip’te can buluyor.


Uzunca bir cizgi bazen ne cok sey sigdiriyor icine. Sevgilimi bekledigim o geceden sonra ne uzuntuler, ne hayal kirikliklari yasadik birlikte. Almak zorunda kaldigimiz bir kararin saskinligi hala uzerimizde. Ben de kitaplarin iyilestirici gucune siginacagim. Kaldigimiz yerden baslayalim o zaman.

*                  *              *
Perdelerin arkasina pusu kurmus Kizilderililerden saklanmak icin sandalyelerden kendine magara yapan bir cocuk. Tanidik bildik. Okumayi sever:

‘Belki kafasindaki ilk kapiyi o sehirlerden biri actigi icin olacak, Yakin Dogu’yu anlatan kitaplardan daha cok hoslaniyordu. Camilerin, zenginlik icinde yuzen saraylarin resimlerini gordukce yuregini bir heyecan aliyordu. Hele bir tanesi, Istanbul uzerine bir kitaptaki resim, kafasini allak bullak etmisti: Binbirdirek diyorlardi adina, Bizans’tan kalma bir sarnicmis, halkin kafasinda ucsuz bucaksiz bir yer halini almis. Resmin altindaki yaziya gore, sarnicin giris yerinde bir kayik bagli dururmus, onu goren ‘Binip su korkunc yeri gezsem!’ diye bir hevese kapilirmis ama, karanliklara dalanin geri dondugu hic gorulmemis.’

Kitaplarla iyilesme fikri romanda da var:

‘Cevresindeki hayati unuttu. Iki uc kere cagiriyorlardi da sofraya oyle geliyordu. Farkinda olmadan, dunyanin en tatli aliskanligini; okuma aliskanligini edindi. Kendisi bilmiyordu ama, boylece hayatin butun uzuntulerinden kacip siginacak bir yer bulmustu. Gene bilmiyordu ki kendisine bir hayal dunyasi kuruyordu; bu yuzden de gercek hayat onu  boyuna hayal kirikligina ugratacakti.’

Gerci kitaplar da bazen bunalimi katmerlemekten baska ise yaramiyor. Benim de cok yasadigim su durum gibi:

‘Bakti: okudugu uc sayfadan aklinda bir sey kalmamisti, bir daha bastan basladi. Sonra farkina vardi: Hep bir cumleyi bir daha, bir  daha okuyordu. Simdi okuduklari dusuncelere karisiyor, kabus icinde insanin boyuna soyleyip durdugu bir soz gibi korkunc bir sey oluyordu.’

*                 *               *
Amcasi sayesinde yoneldigi din, ona yeni seyler ogretiyordu:

‘Philip kalkti, diz cokup duasini okudu. O sabah hava soguktu, titriyordu ama, amcasi ogretmisti: Giyininceye kadar beklemeden, duasini gecelik entarisiyle okursa Tanri’nin hosuna gidermis, Philip buna hic de sasmamisti; kullarinin eziyet cekmesinden hoslanan bir Tanri’nin yaratigi oldugunu artik anlamaya baslamisti cunku.’

‘Buyudukce amcasini daha iyi tanimaya baslamisti. Durust bir cocuktu, ikiyuzlulugu hosgormezdi. Onun icin, bir adam nasil olur da, her gunku hayatinda hic gozetmedigi seyleri, sonra papaz kiligina girerek, kendi ogutleyebilir, anlayamiyordu. Ugradigi hayal kirikligi onu isyan ettiriyordu. Amcasi zayif yaradilisli, hep kendini dusunen bir adamdi, dunyada rahat yasamaktan baska bir istegi yoktu.’

*              *             *
Almanya’dir Fransa’dir geziyor adamimiz. Bir muhasebeci oluyor, bir doktorluga soyunuyor. Meyhanede Cronshaw isimli bir ayyas, hayatinin anlaminin bir Acem halisinda gizli oldugunu soyluyor ona:

‘Kafasinin icinde birdenbire bir pencere acilir gibi olmus da hayatin anlami olmadigini iki kere iki dort eder gibi acikca gormustu ya, bunun yanisira aklina bir sey daha gelmisti. ‘Cronshaw bana o Acem halisini iste bunun icin verdi’ diyordu:

Haliyi dokuyan kimse o cizgileri, cicekleri nasil sirf guzellikten duydugu zevkle islediyse, bir insan da omrunu oyle surebilirdi. Yok, “yaptiklarim elimde degil” derseniz hayati gene bir halinin cicekleri gibi sayabilirdiniz. Degilmi ki bir seyin faydasi yoktu, yapmasaniz da olur demekti. Yaparsaniz sirf kendi zevkiniz icin yapacaktiniz. Hayatin turlu cesit olaylarindan, yaptiklarinizdan, duyduklarinizdan, dusunduklerinizden bir hali dokuyacaktiniz.

Philip simdi mutlu olma istegini bir kenara birakmakla en son sacma hulyasindan da kurtulmus gibiydi. Sagladigi mutlulukla olctukce hayati pek korkunc gelmisti. Simdi hayatin baska bir seyle de olculebilecegini anlamisti ya, kendinde yeniden bir guc buluyordu. Aci kadar sevincin de degeri yoktu. Ikisi de hayatin butun oteki olaylari gibi, halinin dokunmasina yardim ediyordu.’

*              *             *
Bazilari mutlulugu aramayi birakinca buluyor. Philip de oyle buldu. Aile dostu Athelny’nin kizi Sally ile, serbetci otu toplama gunlerinde. Onunla kuracagi yuvanin hayaliyle Ispanya’ya gitme hayallerini bile unutuyor. Hayatinin  son muhasebesi:

‘Oyle geliyordu ki, butun omrunce baskalarinin sozleriyle, yazilariyla, ona asiladiklari dusuncelerin pesinden kosmus, icindeki istekleri hic dinlememisti. Yolunu hep benliginin istegine gore degil, ‘Soyle yapmaliyim, boyle yapmaliyim!’ dusuncesiyle cizmisti. Hep ileride yasamis, o gunku gun hep farkinda olmadan gecip gidivermisti.’