4 Ocak 2016 Pazartesi

Moy Universiteti / Benim Universitelerim – Maksim Gorki


Ben bunu okudugumda daha yaz gelmemisti. Bazen, siradaki kitabi ismine, o aralar benim icin onem tasiyan seylere gore secerim. O donemde birden fazla universite ile ilgili bir donemecteydim, ondan bunu aldim elime. Zeytinlikteki evde, kopegimiz yanibasimda uyuklarken okudum. Hatta baharin baslariydi. Kitabi pek sevmedim, zaten daha once Cocuklugum’u da okuyup begenmedigimi hatirliyorum. Yazarlar kendi hayatini yazma konusunda pek basarili degil bence. Intiharindan, asklarindan, okuma azminden bahsederken kendini oyle alaya aliyor ki, pek etkilenemiyor insan.

‘Insani insan yapan seyin cevresine gosterdigi direnis oldugunu cok erken anlamistim.’

‘Mujige, sen kardes, demek gerek, aslinda fena bir insan degilsin, ama kotu sartlar icinde yasiyorsun ve yasaminin daha iyi, daha rahat olmasi icin hic bir sey yapmasini bilmiyorsun… Yabani bir hayvan kendisine senden daha iyi bakar, kendisini senden daha iyi savunur. Halbuki butun kisizadeler, din adamlari, bilginler, carlar hepsi, hepsi senden, mujikten turedi; butun bunlar eski mujiklerdir. Gordun mu, anladin mi? O halde yasamasini ogren ki, seni daima yumruklamasinlar!’

‘Dogru yol gosterenlerden korkma, iyi adamlari hayattan kovma olaylarina bircok seferler rastladim. Boyle insanlara iki turlu davranirlar: Ya ilkin iyice aleyhinde bulunduktan sonra her careye basvurarak onu mahvederler; ya da bir kopek gibi gozlerine bakarak karsisinda elpence divan dururlar. Bu daha az raslanan yoldur. Boyle iyi adamlardan yasamayi ogrenmezler, onlara benzemeye calismazlar, beceremezler. Belki de istemezler. Yapabilirler, ama istemezler! Dusun ki: Insanlar buyuk emekler harcayarak kendilerine bir yasama bicimi kurmuslar, bu bicime alismislar. Derken birisi cikip isyan ediyor: Boyle yasanmaz! diyor. Biz en iyi guclerimizi bu hayata bagladik be, seytan alsin seni! Ve… Vurun ona, ogretmene, dogru yolu gosterene! Bize engel olma! Oysa yine de, canli gercek ‘boyle yasanmaz’ diyenlerdedir. Gercek bunlardadir. Yasami daha iyiye goturen bunlardir.’

Kazan Universitesi’ne gidecekmis, durumu yokmus okuyamamis. Surekli is degistirmis, bir ara firinda calismis:

‘Carsidan bir trampetcinin, dort mermisi olan bir tabancasini satin aldim. Kalbime rastlayacagini hesapliyarak gogsume ates ettim; ama ancak akcigerimi deldim.’

Tanistigi adamlar ona ogreticilik yapmis sonunda. Altini cizmis oldugum bolumler disinda pek birsey  hatirlayamadigim icin uzgunum. Zaten gidip uclemenin sonuncusunu okumusum :/

1 Ocak 2016 Cuma

Smert Ivana Ilyicha / İvan İlyiç’in Ölümü – Lev Tolstoy



Eylul’de okudum, ancak simdi yazabiliyorum. Soyle basliyor:

‘İvan İlyiç orada toplanmış olanların meslektaşıydı. Birkaç haftadır hasta yatıyor, hastalığının iyi olmayacağı söyleniyordu. Henüz görevinden ayrılmamakla birlikte, ölümü halinde onun yerine Alekseyev’in, Alekseyev’in yerine de ya Vinnikov’un ya da Ştabel’in atanacağı söylentileri dolaşıyordu. Bu nedenle, İvan İlyiç’in öldüğünü öğrenir öğrenmez odadaki bayların ilk aklına gelen, bu ölümün kendilerinin ve tanıdıklarının  yer değiştirmesi, yükselmesi üzerinde ne gibi bir etkisi olacağıydı.’

‘Bu ölümün zihinlerde uyandırdığı çeşitli yer değişikliği ve yeni bir göreve geçme düşüncesi bir yana, yakın bir tanıdığın ölmüş olması hepsinde, her zaman olduğu gibi,  ‘iyi ki ölen ben değilim de o’ şeklinde bir sevinç yarattı.’

Insanin kendine bile itiraf edemeyecegi birseyi bu adam nasil da bulup cikarip caktirmadan yuzune vuruyor. Ivan Ilyic’in mesai arkadaşı sosyal ödevlerini bitirip hemen kendini vint oyununa zor atiyor mesela.

Es seciminde farketmeden sunu dustur edinenler, okusalar ne hissederlerdi acaba?

‘İvan İlyiç kendisine daha iyi bir eş seçebilirdi, ama bu da iyi sayılırdı.’

Boyle anlamsiz davranislarda bulunmak neden bu kadar yaygindir ki?

‘Karısı ortada fol yok yumurta yokken hayatın tadını tuzunu kaçırıyordu. Durup dururken onu kıskanıyor, ondan kendisine ilgi göstermesini istiyor, sağa sola çatıyor, birtakım hoş olmayan kaba davranışlarda bulunuyordu.’

‘Arada bir karı koca arasında bazı anlaşmazlıklar çıkmıyor değildi, ama ikisinin de durumlarından memnun olmaları ve işlerin çokluğu büyük kavgaların çıkmasını önlüyordu. Her şey düzene girince biraz canları sıkılmaya, bir şeyin eksikliğini duymaya başladılar; neyse ki o zamana kadar yeni dostluklar kurulmuş, yaşamları yeni aliskanliklarla dolmuştu.’

Hayatta her seyi degistirecegi sanilan seyler vardir, gerceklestiklerinde ise aslinda pek az seyi degistirebildikleri gorulur: Ivan Ilyic’in yeni bir eve tasinmasi da benzer bir hikaye:

‘İstedikleri gibi bir daire de bulunmuştu. Eski tarza uygun, yüksek tavanlı bir konuk odası, çalışmak için kocaman bir salon, karısıyla kızı için ayrı odalar, oğlu için bir derslik; kısacası her şey tam onlar için düşünülmüş gibiydi. İvan İlyiç evin düzenini de üzerine aldı. Duvar kağıtlarını kendi eliyle seçti, evin mobilyasını elden düşme eşyalardan alarak beğendiği döşemelik kumaşlarla bunlara günün anlayışına uygun bir görünüş verdi. Her şey yavaş yavaş tamamlandıkça hayalinde yaşattığı şekle bürünüyordu. (…) İvan İlyiç her şey olup bittikten sonra evin günün zevkine uygun, ince, kibar bir görünüş alacağını anlamıştı. Akşamleyin uykuya yatarken salonun alacağı şekli hayal ediyordu. Henuz tamamlanmayan konuk odasina baktikca ocagi, ocagin onune konulacak paravanayi, etajeri, saga sola dagitilacak ufak sandalyeleri, duvarlara asilacak tabaklari, tunc biblolari yerli yerinde goruyordu. (...) Durusmalarda bazen dalip giderdi, bu sirada duz ya da kabartmali kornislerden hangisinin perdelere daha iyi gidecegini dusunuyor olmaliydi.’

‘Aslına bakılırsa pek zengin olmayanların zenginlere benzemek için aldıkları, ancak birbirininkine benzer. Ivan Ilyiç'inkinin olup olacağı da buydu. O da, kendisi gibi orta halli insanların belirli kişilere özenerek aldıkları döşemelik kumaş, abanoz mobilyalar, çiçekler, halılar, tunç biblolar cinsinden koyulu açıklı birtakım bilinen eşyalar almıştı. Bütün esyalari bu benzerlikle değerlerinden yitiriyordu, ama gelin bir de ona sorun!...’

Yeni evle ilgili bir isle ugrasirken duser, bir yerini incitir. Once onemsenmeyecek gibi gorunen bu incinme, bir sizi ile kendini surekli hissettiren bir agriya donusur (Kitabi okudugum siralarda yeni duzene alisma cabalari ile kendini gosteren surekli bir boyun agrisi Ivan Ilyic ile empati yapmami kolaylastirdi). O benden farkli olarak doktor doktor geziyordu ama:

 ‘Ivan Ilyiç doktorun kararından durumunun kotu oldugunu, doktor da dahil, belki  kimsenin buna aldırış etmediğini anladı. Bunu anlayınca da büyük bir şaşkınlık gecirerek kendine acımaya, böyle önemli bir konuda ilgisiz kalan doktoruna kin duymaya başladı.’

‘Doktoru ziyaret edeli beri Ivan Ilyiç'in başlıca uğraşısi, doktorun sağlığını koruması için söylediklerini harfi harfine uygulamak, ilaçlarını almak ve vucudunu günden güne kemiren ağrılarına kulak vermek olmuştu. Çevresindekilerin hastalıkları, sağlık durumları, onun en çok ilgi duyduğu konular arasına girdi. Yanında birilerinin hastalığından, Ölümünden, iyileşmesinden, hele hele kendisininkine benzeyen bir hastalığından söz edilmeye görsün, hemen dikkat kesiliyor, heyecanını belli etmeden sorup soruşturuyor, kendi hastalığıyla karsilastirmalar yapiyordu.’

Bazen guldurmuyor da degil:

‘Odasına gidip soyundu, eline Zola'nın bir romanını aldı. Ama bir türlü kendini okumaya veremiyordu. Hayalinde körbağırsağını isteğine uygun olarak düzeltti. Bütün organları görevlerini düzenli bir biçimde yaparak tıkır tıkır çalışiyordu. Kendi kendine, "Olacağı zaten buydu, yalniz doğaya biraz yardım etmek gerek," diye düşünüyordu. Bu sırada ilacını hatirlayarak dogrulup aldi, suyla icerek sirt ustu uzandi. Ilacın etkisini, ağrıyı nasıl yavaş yavaş kestiğini dinlemeye koyuldu.’

‘"Gaius gerçekten ölümlüdür, onun ölmemesi için bir sebep yok; ama ben Vanya, Ivan Ilyiç, başkayim... Bütün duygularımla, düşüncelerimle herkesten ayrıyım. Benim ölmek zorunda olmam akıl almayacak bir şey. Çok korkunç olurdu bu!"

Malesef tamame yabancisi olmadigim sayiklama halleri (insani bu kadar yoran cok az sey vardir herhalde):

‘Kanepenin arkalığında bir düğme, sahtiyan kaplamada kırışıklar, derken, "Sahtiyan hem pahalı, hem de dayanıksız... Onun yüzünden az mı kavga ettik?... Ama babamızın yırtılan çantasının sahtiyanı da, o yüzden çıkan kavga da bir başkaydı... Bunun icin bizi odaya kapatmışlar, annemiz bize börek getirmişti..." diye düşünerek yine çocukluğuna gidiyor, gene acı şeyler hatirliyor, bu düşünceleri kendinden uzaklaştırıp başka şeyler düşünmeye çalışıyordu.’

Allah insani bunlardan korusun iste. Ic hesaplasma bile degil bunlar, anlam verememek sadece. Otomatik pilota alinmis gibi yasanan bir hayat insana hayret veriyor demek ki.Hem de olum o kadar yakinken:

"Karşı konulmaz," diyordu. "Ama en azından nedenini anlayabilseydim! Bunu da yapamıyorum... Gerektiği gibi yaşamamış olsaydım aklım yatardı. Böyle bir şeyi nasıl kabul ederim?" Ivan Ilyiç şöyle bir gerilere gidince yaşamının geleneklere, göreneklere, nezaket kurallarına uygun geçtiğini düşünüyor, "Böyle bir şey olamaz!" diyordu. Bir yandan da gülümsüyordu.’

‘Kendisinden yüksekte olanların iyi saydığı şeylere karşı içinde uyanan belli belirsiz kıpırdanışlar, hani şu içinde uyanır uyanmaz kovmaya çalıştığı zayıf kuşkular doğru olabilirdi ve belki bunun dışındakiler gerçeğe aykırıydı! Eşi de, yaşama düzeni de, aile anlayışı da, görev ve toplum ilişkileri de temelden yanlıştı belki de.’

Sanki obur tarafa gecip de geri donmus gibi boyle tasvirler nasil yapilabiliyor?

‘Zaman kavramını unuttuğu üç gün boyunca, görünmeyen, karşı konulmaz bir kuvvetin onu sokmaya çalıştığı siyah çuvalın içinde debelendi durdu.’

‘Kendi kendine, "Evet, yaşamım boyunca gerekeni yapamadığım doğru," diyordu. "Ama zararı yok. 'Mecbur olunan şey' de pekâlâ yapılabilir. Peki nedir bu mecbur olunan şey?" Ivan Ilyiç bu soruyu sorduktan sonra birdenbire sakinleşti.’

Bir insandan sefkat esirgenmisse, o da bunu baskalarina gostermeyi ogrenememisse daha kotu ne gelebilir ki basina?

‘Can çekişen Ivan Iyiç avaz avaz bağırıyor, kollarını oradan oraya savuruyordu. Eli birden oğlunun başına çarptı. Çocuk elini yakaladı, dudaklarına götürdü, ağlamaya başladı, işte o anda kara deliğe yuvarlanarak oradaki ışığı görmüş, yaşamının gerektiği biçimde geçmediğini, ama henüz bunu düzeltebileceğini anlamıştı.’

‘Içinde ölüme karşı duyduğu her zamanki korkuyu arıyor, bulamıyordu. Nerede?... Ne ölümü?... Korkunun zerresi yoktu, çünkü ölüm yoktu. Ölüm yerine aydınlık vardı. "Demek öyle! Ne büyük mutluluk!..." Bütün bunlar onun için bir anda oluverdi ve bu anın anlamı artık değişmedi. Orada bulunanlar içinse can çekişmesi iki saat daha sürdü. Göğsünde bir şeyler hırıldıyor, bitkin bedeni tir tir titriyordu. Sonra hırlamalar, titremeler gitgide azaldı. Birisi üzerine eğilerek, "Bitti!" dedi. Ivan Ilyiç bunu işitti, içinden aynı sözü yineleyip, "Ölüm bitti, o yok artık," dedi. Derin bir soluk aldı. Daha soluğun yarısındayken durdu, gerindi ve can verdi.’


Ve spoiler’in en basindan, oykunun ismi ile verildigi olum gerceklesir. Olen hic haketmedigini dusunerek ve geride kendisi icin uzulen pek az insan birakarak gitmistir. Gercekci ve fazlasiyla uzucu bir hikaye.