21 Temmuz 2014 Pazartesi

Gönül Hanım – Ahmed Hikmet Müftüoğlu


Meb Yayınları’ndan, 1971 basımlı, büyük ihtimalle sonradan ciltlenmiş bir kitap. Türk klasiğidir diye aldım ama ben klasikleşecek bir  yönünü göremedim. Sanki kadınları, aşk romanı okurlarını çeksin mantığıyla konulmuş izlenimini veriyor “Gönül Hanım” ismi. Baş kahraman Tolun Mehmet Bey, Sibirya’da savaş esiriyken tanıştığı Gönül ve Bahadır isimli iki Tatar genci ve Bela Zichy adlı Macar kontu ile birlikte Türk illerini gezmek, Kül Tigin  kitabesini incelemek için seyahate çıkar.

Yazarın –bana göre- kendi düşüncelerini birebir söyletmek maksadıyla oluşturduğu kahramanlardan birinin Harf İnkılabı hususunda görüşleri: “… görünüşte ayrı fakat gerçekte … Yunancadan değiştirilip çıkarılmış Latin alfabelerini kabul etmek de fikir yolundaki ilerleyişimizin eserlerini bir anda yok etmek demek olduğundan, elimizdeki Arabça harfleri dilimize göre ilmi bir surette ıslah ve imlamızı ona göre değiştirmek ve düzeltmek şarttır.

Fikir yolunda bizim dışımızda milletlerin kayda değer ilerleyişini daha kolay takip edebilmemi sağlayan Harf İnkılabı için emeği geçenlere minnettarım ben şahsen.

Gönül Hanım, Kont ve Tolun Bey arasındaki aşk üçgeninden bahsedeyim bir de. İki erkek Gönül’ü sever ama Kont reddedilince alır eline iki yüzük, bunları nişanlamaya kalkar. Bunu yaparken de Turan soyundan geldiği için çok fedakar olduğunu filan geveler. Tolun ise “Vay sen fedakarlık yaparsın da ben yapmaz mıyım, reddediyorum nişanlanmayı” diye horozlanır. Heyecana gel. Sonuçta kitabeleri gezip, Türk şehirlerine dair son derece ansiklopedik tasvirlerle bezeli yolculuğun sonunda Türkiye’ye gelerek evlenirler Tolun ve Gönül.

“Zorlama” ve “didaktik” diye  tanımlayabileceğim bu roman gösterdi ki, Ahmed Hikmet okumak bana göre değil.

17 Temmuz 2014 Perşembe

The Moonstone / Aytaşı – Wilkie Collins

Şu kapağın güzelliğine bak!

Unutulmayacak kadar farklı ve güzel bir kitap. Hintli Ay Tanrısı’nın başında bulunan Aytaşı’nın bir İngiliz’in eline geçmesi ile başlıyor. Dayısının doğum günü hediyesi olarak gönderdiği elmasın aynı gece çalınması ile başlayan giriş bölümü çok akıcı değildi. Birçok detay vardı ve okuyucu olarak dikkatim bir türlü ödüllendirilmedikçe kitap hızlı ilerlemiyordu. Buna rağmen üslup o kadar güzeldi ki ne yapıp edip kitabı geç de olsa bitireceğimi biliyordum J

Elmas evden çalındıktan sonraki olaylar hızlıca gelişti. Olaylar evin kahyası Betteredge, kendini hayır işlerine adamış dinibütün Miss Clack, Rachel’in kuzeni, elması Rachel’a ulaştıran Franklin Blake, eve olayı çözmesi için çağırılan dedektif Cuff, doktorun asistanı Ezra Jennings  tarafından 1. ağızdan anlatııyor. Collins izlediği bir davada kişilerin birbiri ardına yaptığı konuşmaların bütün olayın çözümünde kanıtlar zincirini nasıl tamamladığını görüp aynı yöntemi romanda kullanmış. Bir boya izinden, o boya izinin sürüldüğü geceliğin yakalanmamak için dikilivermiş kopyasından, Mrs Yolland’dan alınan iki hurda zincirden ne olaylar döndü ne olaylar J

Collins kayıp elmas hikayesinin aslında gerçek örneklerinden ilham aldığını söylüyor. Mesela Rus kraliyet asasındaki kocaman taş (the Orlov Diamond) bir Hint tanrısının gözüymüş aslında.

The Orlov Diamond.

 Bir de bilinen en büyük elmas olan Koh-i-Noor’u (Işık Dağı) öğrendim bu sayede. Wikipedia’ya göre Hintlilere ait olan bu kutsal mücevher savaştan sonra İngiliz yöneticiler tarafından ele geçirilmiş. 1850’de Kraliçe Victoria’ya sunulan bu elmas halen kraliçenin tacındaymış. Hindistan elmasın geri verilmesi için defalarca ricada bulunmuş ama David Cameron daha 2013’te “Elmas İngiltere’de kalacak” diye kestirip atmış.

Kraliyet tacına iliştirilmiş Koh-i-noor.
Romanın baş anlatıcısı kahya Gabriel Betteredge (Betteredge ne güzel bir isimdir ya J ) Olaya hep hanımefendi, beyefendi değil böyle kahya, hizmetçi  gözünden de bakabilmek güzel. Betteredge bir şeye canı sıkılınca hemen Robinson Crusoe’yu açıp karşısına neyin çıkacağına bakıyor. Soğukkanlı görünmeye çalışsa da Sergeant Cuff işin içine girince “detective-fever” dediği hastalık onu da sarıyor J Bazen anlatacağı birşeyden önce okuru hazırlaması var ki çok sevimli:

“Dikkatli dinleyin, yoksa hikayenin biraz derinine indiğimizde kafanız başka yerde olacak. Çocukları, akşam yemeğini ya da yeni şapkanızı, her şeyi çıkarın aklınızdan... Umarım cüretimi yanlış anlamazsınız; sevgili okuyucunun ilgisini çekebilmenin tek yolu bu. Tanrım! Sizi elinizde en büyük yazarların kitaplarıyla görmedim mi; ve insanlar değil de kitaplarsa dikkatli olmanızı isteyen, dikkatinizin hemen dağılmaya hazır olduğunu bilmez miyim?”

Collins’in muzipliğini bu sefer Sergeant Cuff suretinde gösterdiği bir bölüm: Betteredge, Rosanna Spearman’ın tuhaf davranışlarını Cuff’a açıklamak için “Bay Franklin’e gönül verme deliliğinde bulunmuş” diyecek olur. Cuff ise “Çirkin bir kız ve sadece bir hizmetçi olmak deliliğinde bulunmuş demeniz gerekmez miydi? Franklin Blake’in görünüşü ve karakterinde bir insana aşık olmak bana delilikmiş gibi gelmiyor.”

Rachel’ın kendi elmasını çalmış süsü vererek sakladığını ima etmesi üzerine Sergeant Cuff, Betteredge’ın gözünden düşer: “Her şeyin en iyisinin ona servis edilmesine özen gösterdim. Bu iyi şeyler o an boğazına dursaydı üzülmezdim.”

Betteredge’dan sonra kalemi Miss Drusilla Clack alıyor. Karikatür gibi bir karakter olan bu hanım teyzesi Lady Verinder ile Rachel Londra’ya taşındığında onlara sık sık gidiyor. Teyzesi hastalanınca onu bu ehl-i keyif hallerinden kurtarmak için bir sürü kitap götürüp evine bırakan, Rachel’in diğer kuzeni “hayırsever” Godfrey Ablewhite’ı bir kahraman kabul eden Clack, Betteredge’ın aksine Rachel’dan “geçimsiz, tuhaf, güzel bile değil” diye bahsediyor.

Collins, kadın karakterleri Viktorya döneminin ortada hayalet gibi gezinen, nezaketten ve etiketten kırılacak kadın prototipinin dışına çıkarmış. Rachel Verinder, merak ettiği bir şeyi doğrudan soruyor, kızdığı bir insana doğrudan sövüyor. Rosanna Spearman mesela, eskinin becerikli hırsızı, sonra Verinder malikanesinde hizmetçi oluyor. Franklin Blake’e olan aşkı karşılık bulmayınca hiç olmazsa onun suç ortağı olmaya çalışıyor.

Kitap, ana hatlarından bahsetmek için bile fazla uzun ama ben onu iyi bir dedektiflik hikayesi yapan bazı detayları sıralamak istiyorum. Mesela, Franklin Blake’in boya sürülmüş geceliği Rosanna sayesinde ele geçirip geceliğin etiketinde (?) kendi ismini okuyuncaki şaşkınlığı, kendi isminin bir insanın karşısına böyle düşman gibi dikilebilmesi. İngiltere’nin en iyi dedektifi Cuff’ın  ilk tahmininde değil, ikinci tahmininde hırsızı bulması, Rachel’ın bu 2. ve doğru tahmin olan Godfrey Ablewhite’a insanlar haksız yere onu suçlamasınlar diye kağıt imzalayıp vermesi... Yine önemli bir nokta, bazı  denemelerin bir sonuca ulaşmaması veya planlandığı gibi gerçekleşmemesi: Romana aniden giriş yapan doktorun asistanı Ezra Jennings, Collins’in bir izdüşümüymüş. (Collins tıpkı Jennings gibi ağrılarını bastırmak için afyon kullanarak bitirmiş the Moonstone’u yazmayı). Ezra Jennings’in planına göre Franklin Blake’e daha önce Dr. Candy’nin verdiği gibi afyon verilirse, Blake bu sefer taklit elması alacak ve diğerlerinin gözü önünde onu kendi odasında bir yere, daha önce gerçek Aytaşı’nı sakladığı yere saklayacaktır. Franklin elması alır, ama yere düşürür ve uyuyakalır bu sefer. Olur ve olmalı böyle şeyler, değil mi? J Ama önemli olan Franklin’in Aytaşı’nı afyon etkisindeyken aldığının Ezra tarafından ispatlanmış olması.

Franklin ve Rachel için mutlu son. Hintliler için de mutlu son. Gerçek hayatta İngiltere Koh-i-noor’u  vermeye yanaşmasa da, Collins’in kurgusunda Aytaşı Ay tanrısının alnındaki yerini alıyor. Collins de benim mutlaka okunacaklar listemdeki yerini sağlamlaştırıyor.


Küçük not: Bu Hint tarihinden kesitler içerisinde Gazneli Mahmut diye düşündüğüm bir “Mahmoud of Ghizni”nin Somnath şehrini yakıp yıktığı geçiyor.
 

12 Temmuz 2014 Cumartesi

Ayaşlı ile Kiracıları – Memduh Şevket Esendal


Ayaşlı ile Kiracıları – Memduh Şevket Esendal

Bilgi Yayınevi’nden çıkmış kopyası var elimde. Sevemedim ben bu kitabı arkadaş! Cumhuriyetin ilk yıllarındaki Ankara’dan bir kesit sunuyormuş. Hızlıca okunuyor, insanı yormuyor belki ama anlatılanlar bana pek ilginç gelmedi. Çehov’un hikayelerini Rusya’nın Olacak O Kadar’ı diye tanımlamıştım. Ayaşlı ile Kiracıları ne o kadar muzip, ne de  o kadar eğlenceli.

Bir de Milli Eğitim Bakanlığı tarafından 100 Temel Eser listesine alınmış. Benim bildiğim, öğrencilerin okuyabileceği göz önüne alınarak hazırlanmış bir listedir bu. Romanda yer alan kapı kilitleyip birbirinin odasına dalmalar, gönül eğlendirmeler, evi kumarhaneye çevirme muhabbetleri bana bunun niye o listeye alındığını sorgulattı. Zaten kitabın geri kalanında da bu muhabbetlere katlanmaya değecek aman aman bir orijinallik yok. Romanın kahramanı sonlara doğru ölen ev arkadaşının kızı Selime’yi sevdi, niye sevdi  bi fikrim yok.  Kitaptan yapacağım bir alıntı da yok J

Tırmalaya tırmalaya okuduğum bu kitabın etkisi (etkisizliği?) geçtikten sonra, Esendal’la hikayelerde de buluşacağız. Bakalım onlar nasıl?

1 Temmuz 2014 Salı

Mansfield Park – Jane Austen


Bir kız İngiliz edebiyatını seviyorsa kesin Jane Austen de işin içine girer. Ben ilk defa İngilizce aslından okudum Austen’i. Son birkaç haftamın uzun ve sıkıcı otobüs yolculuklarını daha çekilir kıldı. Collector’s Library diye bir dizi var ki romanları kısaltmadan, küçük boyutta ve şık bir ciltle basıyorlar. Daha önce Hamlet’i de okuduğum bu seri çok hoşuma gidiyor.

Gelelim romana… Umut Parkı diye Türkçe’ye çevrildiğini gördüğüm bu roman, Fanny Price’ın zengin teyzesi Lady Bertram’a ait Mansfield malikanesine getirilmesiyle başlıyor. Fanny çekingen bir çocuktur, kuzenleri Maria ve Julia ona alaycı davrandığında daha da içine kapanır. Kendisini  “sevimli” olarak tanıtabilecek özelliklerden uzak olmasına rağmen, kuzeni Edmund ona yaklaşır, onu dinler ve işgüzar teyzeleri Norris’e karşı himaye eder. Böylece Fanny’nin hem kendini en kolay açabildiği, hem de çekingen bir sevgi beslediği kişi oluverir.

Lady Bertram’ın eşi Sir Thomas Bertram, disiplinli ve soğuk, törene etikete önem veren bir insandır. Onun yanında dingin ve olgun görünmeye gayret eden Julia ve Maria, Norris Teyze’nin pohpohlamalarıyla aslında şımarık ve sorumsuz yetişmişlerdir. Anneleri ise hepten Allahlık , tüm gününü kanepede yayılarak geçiren, hiçbir şey için kendini yoramayan  bir kadındır. Bu yüzden babaları West Antigua’daki koloni işlerini düzeltmeye gidince meydan kızlara kalır. Maria, zengin ama biraz alık Bay Rushworth’la nişanlıdır. O sırada Mansfield papazının eşi Bayan Grant’ın evine gelen “şehirli” Henry ve Mary Crawford kardeşler çevreye hareket ve heyecan getirir. Julia ve Maria Henry’nin salon adamlığından etkilenerek hayallere dalar. Edmund ise zeki ve hareketli Mary’yi beğenir.  

Fanny pek sevilmeyen, sıkıcı bulunan bir karaktermiş kimilerine göre. Prensipli ve ciddi bir kahramanın, hele bu zamanda bayık bulunacağı anlaşılabilir. Ki filmini (1999) izlediğimde hazırcevap, özgür, Edmund’la liseliler gibi itişen, Sir Thomas’a Henry’yi hemen ispiyonlayan, onun evlilik teklifini kabul edip ertesi gün “yapamiciim” diye vazgeçen bir Fanny gördüm. Her ne kadar aktris fiziksel anlamda o sade ve iddiasız güzelliği iyi yansıtsa da, karakter anlamında yok böyle bir Fanny! Fanny sessiz, kuzenleri incinmesin diye Henry’den neden hoşlanmadığını bir türlü açıklayamayan, Henry’ye de hiçbir zaman prim vermeyen bir karakter aslında.

Fanny Price rolünde Frances O'connor.

Büyüdükçe güzelleşen, beğeni toplayan Fanny zamanla teyzesi Lady Bertram için vazgeçilmez hale gelir. Çok sevgili kardeşi William’la birlikte Fanny’i Portsmouth’a, ailesinin yanına gönderdiklerinde eksikliğini hissederler. Kendi çocuklarının hayırsızlığı bunu daha çok vurgular. Fanny ise Portsmouth’a kendisiyle “eşit” olanların yanına gittiğini, orada çok sevileceğini düşünse de Price’ların evinde artık bir yabancı gibidir.

Hikayenin sonunda beklenen oluyor aslında. Edmund gelip Fanny’i alıyor. Mary abisinin Maria’yı baştan çıkarmasına gösterdiği umursamaz yaklaşımla Edmund’un gözünden düşüyor. Mutlu sondan başka ne olabilir ki? Elbette papazlığı seçen  oğlumuz yanı başında onun için çırpınan yüreğin farkına varacaktır.

Norris Teyze’nin komik pintilikleri, fundalıkta gezinmeler, at binmeler, birine adıyla hitap etmenin bile büyük bir olay olduğu İngiliz adabı muaşereti… Evcilik oynar gibi hissettim kendimi, derin meseleleri bu kitapta aramak boş bence. Kimileri iddia etmiş ki  Sir Thomas’ın West Antigua’daki koloni işleri üzerinden sömürgeciliğe bir eleştiri var. Eser miktarda bile böyle bir eleştiri olduğundan şüpheliyim.

“Selfishness must always be forgiven, you know, because there is no hope of a cure” (Mary Crawford)

Children of the same family, the same blood, with the same first associations and habits, have some means of enjoyment in their power, which no subsequent connections can supply.

She was of course only too good for him; but as nobody minds having what is too good fort hem, he was very steadily earnest in the pursuit of the blessing.