30 Ekim 2014 Perşembe

Bésy (The Demons) / Ecinniler – Dostoyevski


Kafami karistiran, anlamak icin 19. yuzyil Rusya’si hakkinda bilgimin eksik oldugunu hissettiren  kitap. Sevgilimin “ya niye cinlerle ilgili kitap okuyorsun, korkarsin”  demesine sebep olan kitap. Isminin bende olusturdugu beklentiyle “ecinniler ne zaman gelecek” diye beklerken Nikolay Vsevolodovic Stavrogin’in valinin kulagini isirmak, bir baskasinin burnunu sikmak gibi hareketleri “Nikolay Stavrogin cinlere karismis heralde” gibi bir cozumleme yaptim. Dostoyevski’nin eserini bu kadar yuzeysel bir sekilde cozemeyecegimi  bilmiyordum o zamanlar. Haliyle noktalari birlestirmek icin Wikipedia’dan yardim alacaga benzerim.

Stepan Trofimovic isimli “aydin” kisiligin tanitilmasi ile basliyor roman. Kendisine komplo kuruldugunu dusunen, ayilip bayilan, surekli kimsenin okumadigi uzun mektuplar yazan bir ‘drama king’. En yakin dostu Varvara Stavrogina ise onun koruyucusu; sert ve dedigim dedik bir kadin. Yirmi yil platonik olarak birbirlerini sevdiklerini Stepan olum doseginde iken ogreniyorlar. Hikayeleri merak uyandirici.

‘Duygulu konusmayi pek seviyorsunuz, Stepan Trofimovic. Simdi hic de moda degil bu. Kaba, ama basit konusuluyor. Yirmi yili dilinize dolamissiniz bir kere! Karsilikli bencillikle gecmis yirmi yildan baska bir sey degil bu. Aldigim her mektubunuz benim icin degil, edebiyat tarihine kalsin diye yazilmistir. Bir dost degil, guzel yazi yazmak heveslisisiniz siz yalnizca…’

Ikisinin de birer oglu var: Nikolay Stavrogin ile Pyotr Stepanovic. Stepanovic her sehirde devrimci gruplar olusturmaya calisiyor ve anlayamadigim bir sekilde devrimci hareketin basina Stavrogin’i getirmek istiyor. Digeri ise hic orali degil.

Avrupa’da bircok hata islemis, evli kadinlarla iliski kurmus  Stavrogin. Birisi de Satov’un karisi hatta. Satov bir tokat atiyor, psikopat Stavrogin karsilik vermiyor, sen dusunup duruyorsun nasil tuttu kendini diye. Dostoyevski sonradan acikliyor durumu. Babasina hakaret ettigi Gaganov onu duelloya cagirinca ates etmiyor, yaptigi ahlaksizliklara karsi Maria Lebyadkina denen aptal kadinla evleniyor. Pyotr onu bu sacma evlilikten kurtarmak icin karisini ve onun sorunlu abisini oldurebilecegini soyluyor ama yine pek ilgi goremiyor.

Bircok karakter var Pyotr’un (Boyle hitap etmeye hakim var mi bilmem, zira roman boyunca kimse kimseye ilk ismiyle hitap etmiyor. Yine de 21. Yuzyilin bana verdigi curetle Pyotr demis bulundum) toplantilarinda bulunan: Liputin, Virginsky, Erkel, Satov, Kirillov. Pyotr bu topluluga Rusya’nin her yerinde kendileri gibi hukumeti yikip sosyalizmi getirmek isteyen siddet yanlisi  bir suru devrimci “besliler”  oldugunu soylese de aralarinda bunun kanitini goren yoktur. Gercekte, tasrada cikaracagi kucuk bir kivilcimin ulusal boyutta infial yaratacagini uman bir komplocudur Pyotr. Bu yuzden Varvara Stavrogin ile Stepan Trofimovic’in arasini acar, herkes balodayken sehri atese verir, Lebyadkinleri oldurur, valiyi alayci tavirlariyla delirtir.

Radikal bir sosyalistken sag goruse yonelen ve besliden cikmak isteyen Satov, haliyle Pyotr’un kara listesine girer. Stepanovic iclerinden birini birlikte oldururlerse, beslinin geri kalan uyelerinin birbirine daha bagli olacagi inancindadir. Ustelik cinayetlerini de daha once intihara egilimi oldugundan ona bahseden Kirillov’a ustlendirecektir. Insanlari kolayca manipule edebilen, nihilist bir karakter Stepanovic; sadece Stavrogin’de ise yaramiyor bu becerisi.

‘Dinde oldugu gibi bu da: kisioglu ne denli kotu kosullar altinda yasiyorsa, yahut toplum ne denli ezik, yoksulsa cennette sonsuz mutluluga erisecegini o denli inatla hayal eder; bunun yaninda yuz binlerce din adami da cikar pesinde kosarak bu umudu koruklediklerine gore…’

Iste bu olumu hic istemedim ben; cunku Mariya Satova karnindaki onun cocugu olmasa da Satov’a geri donmustur artik. Satov’un karanlik sokaklarda camlari kapilari yumruklayarak Virginsky’nin ebe olan karisini cagirmasi hala aklimda. Bebek dogar, Satov mutludur ve inanmak icin bir nedeni vardir artik. Oysa Erkel, Satov’un onceden ormana gomdugu baski makinasinin yerini gostermesi icin onu almaya gelir ve Satov kendisi icin planlandigini bilmedigi sona gider. Kirillov’a  da Satov’u oldurdugunu yazan bir mektup birakarak intihar etmesi icin baski yapilir. Olumden korktugu icin, olume kendi gitmek isterse sonsuz ozgurluge kavusup tanrilasacagini dusunen bu adama bunu yaptiran o anda gordugu baskidir.

Romanin sonunda Stavrogin’in itiraflari var ki zamaninda sansurlenmis. Bu kisimda Stavrogin’in oniki yasinda bir kizi igfal edip intihara surukledigi ogreniliyor ki bu suclar, digerleri ile birleserek Stavrogin’in de intihar etmesine neden oluyor. Bu itiraflarda inatla akil sagliginin yerinde oldugunu vurguluyor Stavrogin, delilige siginmak istemiyor. Empati yoksunu ve duygusuz gorulse de, vicdaninin sonunda galip geldigi goruluyor.

‘Bu belge bence delice bir sey, bu bayi avucunun icine alan cinin isidir. Sancidan kivranan bir hastanin hic olmazsa bir an icin, acisini hafifletebilecek bir durum bulmak umuduyla yatagin icinde bir o yana bir bu yana donmesine benzer. Acisinin hafiflemesine degil, bir dakika da olsa,onu degistirmeye, baska bir aci duymaya calisir.’

Cinler, daha dogrusu kotu ruhlar, Stepan Trofimovic tarafindan betimleniyor kitabin sonlarina dogru. O ve oglu gibilerdir kotu ruhlar. Fakat Rusya silkinecek, hasta ruhlardan arinip Isa’nin dizleri dibine oturacaktir sonunda.

Bir seyler karaladim burada ya; kitabi tekrar okumam gerektigini de gosterdi bana bu karalamalar. Cunku karakterlerin soylem ve eylemlerini o zaman daha iyi anlayacagimi hissediyorum.

Varlik Yayinlari’ndan cikmis Ergin Altay cevirisinden memnun kaldim.


26 Ekim 2014 Pazar

Joseph Andrews / Kader Yolu – Henry Fielding



Joseph Andrews isminin pek aciklayici ve ilginc olmadigini dusunerek sanirim, Kader Yolu diye cevirmisler kitabin adini. Fielding ‘bir toplumu butunuyle ele alip desmek’ kaygisi guduyormus. Bu kitap da Ingiliz edebiyatinin ilk gercekci eseri kabul ediliyormus.

Ben tekrar Ingiltere’ye gelirken elimde bu kitap vardi. Suklum puklum binilen ucak, ev bulana kadar mesken tutulan otel, emlakciyi beklerken gidilen guzelim parklarda okundu. Aslinda basta sevmistim de kitabi, iyiligi konu alan bir kitapti bu. Joseph Andrews adinda yakisikli, zeki, her kadinin (i.e. Lady Booby, kahya Slipslop, hizmetci Fanny) asik oldugu bir bas karaktere sahipti.

Gercek su ki, Richardson adli ahlakci bir yazarin Pamela romanini taslama maksadiyla yazmis bu romani Fielding.O yazarken pek eglenmistir eminim ama espriler bana pek gecmedi. Ingilizcesini okusam farkli mi olurdu acaba?

Sorun su ki, surekli seyahat halindeki karakterleriyle sonraki devirlerde gecen bir Don Kisot havasi verdi bana kitap. Ama yine de Don Kisot’u tercih ederim. Joseph Rahip Adams’la gezer, sevgilisi Fanny’e herkes asik olup onu kacirmaya calisir, hikayeye aniden birileri katilir ve ayni hizla hikayeden ayrilirlar. Bir ara Fanny ve Joseph’in odleri kopar “durun, siz kardessiniz!” dediler diye, ama yanlis alarmdir bu. Mutlu son. Herkes icin, ben dahil!

‘Kimi insanlarin akillarindan gecenleri pek kolayca belli ettikleri gibi, kimi kitaplar da isin nereye varacagini pek cabuk ortaya koyarlar. Biz ise oykumuzun bu turden bir oyku olmasini istemedik. Bunun icin de, olaylari birdenbire apacik ortaya cikarmaktansa, teker teker, kucuk kucuk ipuclari ile vermeyi yeg tuttuk; o kadar ki, okuyucunun iki bolum sonrasini dahi tahmin edemeyecegini iddia edebiliriz.’

‘Yapilmak istenilen, alcagin birini alip, onu zaten taniyan, bilen yakinlarinin olusturduklari dar cevreye gostermek degil, butun dunyaya tanitip, onbinlerin, yuzbinlerin gormesini, gorup de onun gibi olmaktan kacinmaya calismasini saglamaktir. Boylece, eserimizi okuyan kisi kendinde de bu tur kotu yanlar goruyorsa, kimselere belli etmeden, kimselere rezil olmadan, daha dogrusu, toplumun kinamalarina hedef olmadan, kendi kendisini iyi eder, kurtulur.’


17 Ekim 2014 Cuma

Le fantome de’l Opera / The Phantom of the Opera / Operadaki Hayalet – Gaston Leroux

‘No, he existed in flesh and blood, though he assumed all the outward characteristics of a real phantom, that is to say, of a shade.’


Tuyler urperten sarkisini herkes bilir Turkiye’de bu operanin. Ama Turkiye’de de dunyada da ona ilham veren ayni adli romani bilenler fazla degildir. Fransiz yazarin ismini daha once duymamistim ben de, duyduguma memnunum simdi. Onsoze gore, annesi bir tren yolculugundayken sancilanip en yakin binaya aceleyle tasininca, gelmis gecmis en unlu korku romanlarindan birini yazacak bir insana yakisacagi uzere bir cenaze levazimcisinin dukkaninda dunyaya gelmis Leroux. Bu da genellikle sen ve nukteli biri olmasina ragmen yazara etki etmis, onu olum ve sonrasiyla ilgili fazlaca dusunmeye sevketmis.

Gelelim romana…Ilk basta her hayalet hikayesinin basinda oldugu  gibi bazi akil almaz seyler operadaki herkesin agzinda dolasmaktadir. Opera dediysem, bildiginiz tum operalari unutun (?), neredeyse yedi sekiz katli, altinda ise birkac  kat bodrumu olan, kendi ahiri, oyuncu odalari vs. hepsi icinde devasa bir yapi. Yazarin ilham aldigi yapi disaridan soyle iste:

Palais Garnier.

Bu operanin mudurleri operayi iki yeni mudure devretmistir. Bunlarin da kulagina arada karanlik koridorlarda gezinen bir siluet calinmis olsa da pek umursamazlar once. Ama kirmizi murekkeple yazilmis ve O.G. (Opera Ghost) diye imzalanmis ve aksamki gosteri icin 5. Locayi kimseye satmamalarini emreden bir mektup alinca kafalari karisir. Nedense bunun eski mudurlerin yaptigi bir saka oldugunu dusunup locayi da bos birakmazlar.
Ama opera calisanlarindan bazilarinin gizemli olumleri, gosteri oldugu bir gece tavandaki dev avizenin kopup duserek birinin olumune sebep olmasi, yetmedi O.G.’nin operada gorevli Madame Giry araciligiyla verilmek uzere onlardan para talep etmesi yeni mudurleri saskina cevirir.

Bu sirada, prima-donna Carlotta’nin kiskancligi yuzunden yildizi henuz parlayamamis olan genc sanatci Christine Daae, operadaki odasinda buyuleyici bir ses duymaya baslamistir. Babasinin anlattigi muzikal efsanelerle buyuyen Christine, bu sesin `the Angel of Music` olduguna inanir. Ses ona muzik dersleri bile vermeye baslamistir!

Bir de gencliginde Christine’in bu masallarla buyudugunu bilecek kadar yakin oldugu ama sonra trajik bir sekilde irtibati kaybettigi Chagny vikontu (kontun kardesi oluyor burda vikont) Raoul geliyor bir aksam Christine’i dinlemeye. Cok sasiriyor, hemen eski baglari kuvvetlendirmeye calisiyor ama karsisinda biraz tuhaf bir Christine buluyor bu kez.
Cokca gerilim, bol bol flashback, takipler, kiskanclik… Dedektifi son bolume kadar ortaya cikmayan polisiye bir romana benziyor. Christine, Raoul’un yardimiyla o ilahi sesin aslinda kotu niyetli bir `insan` oldugunu, onu tiyatronun altindaki golun ortasinda kendi yaptigi eve kapatmak istedigini anliyor. Boylece eski sevdigi geri geliyor, neseyle butun operayi geziyorlar, birlikte kacma planlari yapiyorlar opera binasinin catisindaki Apollon’un Liri onunde:


Ama hayalet o kadar cesur ki, performansinin orta yerinde isiklari sondurup yuzlerce seyircinin onunde kaciriyor Christine’i. Hayalet (Erik)  son derece solgun  ve ailesinin bile bakmaya dayanamadigi cirkin yuzunu gosteriyor ona meshur maskesini cikarip. Christine ona hem aciyor, hem yalvariyor gitmek icin. Unutmadan soyleyeyim, hayata kusmus Erik karakteri, ayni zamanda bir seri katilin ilk edebi tasviriymis.

Uf uf uff!


Baslarda supheyle yaklastigim Persian karakteri Raoul’e yardim ediyor operanin altindaki eve olmeden varabilmesi icin. Cunku hayalet her yeri trap-door’larla bin turlu cinliklerle doldurmus. Efendim, buralarda basliyor debriefing fasli. Meger Persian onu Dogu’dan, bir prensesi eglendirmek icin turlu iskence yontemleri icat ettigi zamandan taniyormus ve hayatini kurtarmis onun. O yuzden O.G.’nin simdiki yaptiklarindan da sorumlu hissediyor kendini. Bu arada yazar, soylediklerine biraz gerceklik cesnisi katmak icin olacak Turkiye’ye de soyle yer veriyor hikayede: Erik Istanbul’a gidip sultanin emrine  giriyor. Yildiz Sarayi’nda `Son Turk Devrimi`nden sonra bulunan butun trap-door’lar, gizli odalar ve kasalari da o yapiyor. Yetmiyor bir  de Sultan’a her acidan benzeyen bir ‘otomat’ yapiyor ki insanlar Sultan bir yerde sanarken o baska yerde olabilsin! Cool story J Konuyla ilgili Mohammed-Ali Bey ile Yunanlilarin Istanbul’a girdiginin ertesi gunu yapilan bir roportaja yonlendiren bir dipnot bile var ama Google istedigimi vermedi.

Neyse, operanin derinliklerine inip yol bulmaya calismalarinin sonunda aksi gibi Erik’in icadi torture chamber’in (iskence odasi) icine dusuyorlar. Ilginc sekilde tasvir edilmis bu odanin biri ugrasip bir taslagini yapmis:

http://talvienkeli.deviantart.com/art/The-torture-chamber-300170779


Bu aynalarla kapli altigen bir oda, icinde daragacina benzeyen bir agac ve yapraklarla tropikal bir ormani andiriyor. Isisi surekli yukseliyor, susuyorsun ve bayilacak gibi olmanin, umutsuzlugun yuzune verdigi acinacak ifadeyi sonsuz gibi gorunen o ormanin her tarafinda goruyorsun. Sukur ki Persian bu odayi daha once de gordugunden Raoul kadar delirmiyor. Gorunmeyen anahtari odanin her karisinda aramaya calisiyor, her yer birbirine benzedigi icin uzun sure ugrasiyor. Erik orada olduklarini anlayip bir de su basiyor uzerlerine. Bu psikopat bir de operanin altini fici fici barutla doldurmus, Christine evlenmeye yanasmazsa operayi havaya ucuracak.

Kiz caresiz, evlenecegini ve evlendikten sonra da intihar etmeyecegini soyleyince Erik, Raoul’u kurtarmaya razi olur. Christine Erik’i oper ve bu opucuk omrunde ilktir hayaletin. Aradan cekilmeye karar verir sonunda, oldugu zaman ise onu Christine gomecektir.

 ‘Poor Erik! Shall we pity him? Shall we curse him? He only asked to be `someone`, like everybody else. But he was too ugly!’




Evet son bir not: Ben Andrew Lloyd Webber’in bu meshur operasina gittim Londra’da, kitabi okumadan once. Hayatimda gorup gorecegim en manyak dekor ve kostumleri gordum muhtemelen ama kitabi okuyana kadar da her seyi anlamamistim. Bunda sacini Marge Simpson’un saci gibi yapip tiyatroya gelen ve onumde oturan kadinin payi buyuktur. 

Simdi de Sari Odanin Esrari'ni bulup okumak lazim!






4 Ekim 2014 Cumartesi

Saatleri Ayarlama Enstitüsü – Ahmet Hamdi Tanpınar


Çok sevdiğim bir arkadaşımdan ödünç aldım bu kitabı İzmir’e gidişimde. Birkaç ay sonra okumaya başladığım bu kitap otobüs yolculukları, yüzme molaları, Bozcaada’da rüzgar güllerinin yanında günbatımları gördü. “Ehh” diyebileceğim iki kitabın ardından “işte bu!” dedirtti bana nihayet.

Hayri İrdal, hayatı boyunca başarısız, “tutunamayan” bir profil çizmiştir. Şans eseri tanıştığı Halit Ayarcı isimli işadamı ise İrdal’ın laf olsun diye dikkat çektiği meydanlardaki, kurumlardaki vs. saatlerin birbirini tutmaması meselesinden koca bir enstitü çıkarır. Hayri’nin çocukluğundan gelen saat merakı, zamanla ilgili felsefi sözler eden ustası saatçi Nuri Efendi, dedesinin cami yaptırmayı ahd edip yaptıramadığı için evlerinde  kalan cami saati Mübarek, hepsi Ayarcı’nın usta ellerinin sıfırdan yarattığı enstitünün prestijini artırma yolunda birer sebep haline gelmiştir.

Hayri’nin eli para görünce, kendini film yıldızı sanan karısı Pakize ona pek düşkün hale gelmiştir. Platonik bir aşkla sevdiği Semra Hanım da onun metresi olmuştur. Sadece Hayri değil, onun etrafındaki herkes bir şekilde bacaklarından tutulup ite kaka yükseltilmektedir adeta. Eşine dostuna Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde  iş verilir, müzikten anlamayan baldızı assolist yapılır. Hiç yaşamamış hayali bir zat olan Ahmet Zamanî hakkında Hayri’ye bir eser yazdırılır.

Halit Ayarcı’nın bu marifetlerini hep şüphecilikle izleyen Hayri, Ayarcı tarafından işe ve kendine inanmamakla tenkit edilse de işlerin nasıl yürüdüğünü anlamıştır artık. İtibar ve takdir görmek için,  gerçekten buna layık olmak gerekmediğini biliyordur o da. O yüzden büyük şahsiyetleri laf cambazlıklarıyla idare eder, saati doğru olmayanlardan ceza toplanacak bir sistem icat eder, enstitü için yeni bir bina tasarlar.
Daha sonra enstitu calisanlari icin yapilacak lojmanlari da onun tasarlamasini isteyen Ayarci, bu kez calisanlarin karsi cikmasiyla bocalar ve yarattigi masala inancini kaybeder. Hayri Irdal’in gelecegini hep hissettigi gunler yakindir artik.

Benim merakim, zevkim, insan ruhunu ogrenmekti. Herkes benim gibi mi, yoksa biraz farkli mi? Bunu ogrenmek icin israr ediyordum. Hayir, onlar da benim gibiydi, hatta daha beterdiler. Hic suphe etmeden hodbindiler. Umumun parasi sarf edilirken o kadar comert, hasbi, kayitsiz sartsiz yenilik taraftari olan, benim eserimle ovunen insanlar, simdi kendi menfaatleri ortaya konunca birdenbire donmuslerdi. Hatta Halit Ayarci’yi bile artik dinlemiyorlardi.”

“Hayir, o baska celiktendi. Bu is icin yaratilmisti. Dusunun bir kere, koskoca Buyukdere’de, bu lokantada, kahve koselerinde yari ac, yari tok omrunu geciren Hayri Irdal’in tabagindaki tek midyeyi bile, yemeye kiyamadigi, tam lezzetine varmak icin onunde tuttugu tek midyeyi bile hosuna gidince almakta tereddut etmiyordu. Ve o boyle yaptigi icin de Hayri Irdal dunyalar kadar mesuttu, yillardan beri kendisini taniyan dostu Doktor Ramiz ona bu yuzden gipta ile bakiyor, adeta onu kiskaniyordu.”

Bir “buyuk” adam burada bahsi gecen. Her ne yapsa, ne kadar somurse o kadar fazla itibar goren. Isin ilginci Hayri Irdal koyun gibi degil, ne duruma dustugunun farkinda olarak bu itibari gosteriyor ona.

“Demek usul bu idi. Evvela muvaffakiyet denen bir sey kabul edilecek, sonra sahibi aranip bulunacak, o tebrik edilecek, bu sefer o, muvaffakiyetin asil karsisindakinin oldugunu iddia ederek ona ayniyle devredecek, oteki cok manali bir kelime ile kendi hissesini ayirdiktan sonra yine geriye verecekti. Boylece uzerinde bu kadar devru teslim, iade ve tekrar muamelesi gectikten sonra bu muvaffakiyetten artik kim suphe edebilirdi? Enstitumuzun kurulmasi bir muvaffakiyetti. Bu, resmen muamelesini gormus bir vakia idi. Artik musterih olabilirdim.”

Yorum gerektirmeyen, buz gibi tesbit!

Halbuki simdi Istanbul’da boyle saatli jartiyer tasiyan binlerce hanim var. Dunyanin en zarif hareketleriyle yolda eteklerini kaldirip saatlerine bakiyorlar.”

Fantastik ve utopik? Gercekci? Hepsinden birer tutam. Bu kitap simdiye kadar okudugum yerli romanlarin hicbirine benzemiyor.

Not: Bu kitabi okuyali hayli zaman oldu. Ama yolculuk hazirligi, otellerde surunme gibi sebeplerden hala blogda iki kitap gerideyim. Umarim yakinda yine gercek zamanli yazilar yazabilirim.