11 Ocak 2014 Cumartesi

Hamlet – William Shakespeare




Elimdeki kitapların biri Remzi Kitabevi 1974, diğeri Collector’s Library 2010 basımı. Peki elimde neden iki kitap var? Tabi ki Shakespeare İngilizcesi boyumu aştığı ve sürekli bilmecemsi konuşan insanların dediklerini anlayamadığım için... J 


Çareyi hemen Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirdiği Türkçe versiyonunu almakta buldum. Her sahneyi inatla, önce Türkçe sonra İngilizcesinden okudum. Sabahattin Eyüboğlu Shakespeare’i “karanlığı ışıklı, ışığı karanlık” bir şair olarak tanımlıyor. Ne var ki, kendisinin de kitaptan, kendi kendine öğrendiği yarım yamalak bir İngilizceye sahip olduğunu söylüyor ki, çeviriyi okuduktan sonra olsa olsa tevazu diyebiliyorum buna. Biz ne yapalım, senelerce okulda ders görüp şimdiye İngilizcenin daniskasını öğrenmiş olması gereken bizler ne yapalım ha?

Konu dışı: Kitapta eskilerden güzel bir imza.

Good my lord, Shakespeare.
Hikaye, kale burçlarında nöbet bekleyen iki nöbetçinin birkaç gece üst üste bir hayalet görmesi ile başlar. Hayalet, iki ay önce ölen eski Danimarka kralına benzemektedir. Kralın oğlu Hamlet, babasının karalar giyinip yasını tutan tek kişidir. Kralın ölümünden kısa süre sonra annesi, yeni kral olan amcası Claudius’la evlenmiştir. Öyle ki, cenaze sofrasında sıcak yenen yemekler düğün sofrasında soğuk verilmiştir. Hamlet bunu ironik bir şekilde “ekonomi” diye açıklar. Bu bunalım içinde kendi canına kıymamasının tek sebebi Tanrı’nın intiharı yasak ettiğine inanmasıdır:

“Ah bu katı, kaskatı beden bir dağılsa,
Eriyip gitse bir çiğ tanesinde sabahın!
Ya da Tanrı yasak etmemiş olsa
Kendi kendini öldürmesini insanın!”

O, that this too too solid flesh would melt
Thaw and resolve itself into a dew!
Or that the Everlasting had not fix'd
His canon 'gainst self-slaughter! O God! God!


Kralın hayaletinin burçlarda görüldüğünü arkadaşı Horatio Hamlet’e söyler. Bir gece hayalet Hamlet’e ölümünün gerçek sebebini anlatır. Bütün Danimarka onu bağ köşkünde uyurken yılan soktuğunu duymuşsa da aslında Claudius kralın kulağından içeri zehir akıtarak onu öldürmüş, Hamlet’in de üniversitede okumasını fırsat bilip kral olmuştur. Hamlet bunun üzerine ettiği intikam yeminini hiç unutmamaya söz verir:

“Seni unutmak ha? Aklımın kara tahtasından        
Silerim de bütün boş anıları,
Bütün kitaplarda yazılan, çizilenleri,
Gençliğimden, öğrenciliğimden kalanları.
Yalnız senin buyruğun kalır.
Beynimin defterinde, yapraklarında,
Ivır zıvır bütün bildiklerimin üstünde.

Remember thee!
Yea, from the table of my memory
I'll wipe away all trivial fond records,
All saws of books, all forms, all pressures past,
That youth and observation copied there;
And thy commandment all alone shall live
Within the book and volume of my brain,
Unmix'd with baser matter: yes, by heaven!


Hamlet baş mabeyincinin kızı Ophelia’yı sevmektedir; ama babası Polonius ve abisi Laertes ondan uzak durmasını emrettikleri Ophelia da uzaklaşmıştır. Ne var ki, Hamlet’in taktik icabı yaptığı delirmiş gibi davranışları Ophelia’ya olan aşkına yorulur. Polonius, kızından aldığı mektubu krala gösterirken oyunun belki de en romantik birkaç mısrasını Hamlet’in ağzından okur – ben de bu mısraları nereden hatırladığımı önce merak eder, sonra bulup sevinirim:

“İnanma istersen yıldızların yandığına,   
Güneşin döndüğüne inanma,
Doğrunun ta kendisini yalan bil,
Ama seni sevdiğime inan.”

Doubt thou the stars are fire;
Doubt that the sun doth move;
Doubt truth to be a liar;
But never doubt I love.

Hamlet’teki tuhaflığın sebebinin Ophelia olup olmadığını anlamak için onu aniden Hamlet’in karşısına çıkarıp konuşacaklarını perde arkasından dinlemeye karar verirler. İçeri girer Hamlet ve edebiyat tarihinin en bilinen sözü ile başlar:

“Var olmak mı yok olmak mı, bütün sorun bu!        
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine karşı,
Dur, yeter! Demesi mi?”

To be, or not to be: that is the question:
Whether 'tis nobler in the mind to suffer
The slings and arrows of outrageous fortune,
Or to take arms against a sea o ftroubles,
And by opposing end them?


Hamlet “Leyla’dan geçme faslında” gibidir, Ophelia’ya onu sevmediğini söyler. Manastıra kapanmasını, ya da bir aptalla evlenmesini tavsiye eder. Onu üzüntüler içinde bırakıp delirdiğine iyice inandırarak uzaklaşır. Hamlet’in tuhaf davranışlarından iyice ürken kral ve kraliçe, arkadaşlarını, Rosencrantz ve Guildenstern’i çağırır ki eğlentilerle onu meşgul etsinler, sonra alıp İngiltere’ye götürsünler. Ne var ki, getirdikleri oyunculara babasının acıklı hikayesini oynatır Hamlet; yeni kralın  oyuna verdiği tepkiyi ölçerek, hayaletin onu aldatmaya çalışan kötü bir ruh olmadığından emin olur. Burada merakımı celbeden şey, Eyüboğlu’nun “…işlerim ters giderse, bir tiyatro kumpanyası alır mı beni?” diye çevirdiği Hamlet’e ait soru cümlesi… Çünkü “işlerim ters giderse”, asıl metinde “if the rest of my fortunes turn Turk with me” J Google dedi ki, “to turn Turk”  şeklindeki ırkçı deyimin “Müslüman olmak, kötüye gitmek” gibi anlamları varmış. Yok William, alınmadım, bizimkiler de size “dingilizler” diyor. Olur böyle şeyler.

Geldik Hamlet’in sözde arkadaşları olan Rosencrantz ve Guildenstern sinsilerine verdiği ayara… Sürekli ağzından laf almaya çalışmalarından bıkan Hamlet ellerine bir çalgı tutuşturur ve çalmalarını ister. Çalmayı bilmediklerini söylediklerinde ayar gelir:

“Ya, gördünüz mü! Düşünün ne kadar küçük görüyorsunuz beni. Çalmaya kalkıyorsunuz beni. Perdelerimi bilirmiş gibi davranıyorsunuz. Sırlarımı üfürmek istiyorsunuz yüreğimden; en yüksek, en alçak sesleri çıkarmak istiyorsunuz benden. Oysa şu çalgıyı, içi güzelim seslerle dolu, şu ufacık çalgıyı, bilmem, beceremem diyorsunuz söyletmesini. Allahtan korkun, bu düdükten daha mı kolay beni öttürmek? Dilediğiniz çalgıya benzetin beni, kırın koparın tellerimi, perdelerimi, bir tek ses çıkaramazsınız benden.”

“Why, look you now, how unworthy a thing you make of me! You would play upon me. You would seem to know my stops. You would pluck out the heart of my mystery. You would sound me from my lowest note to the top of my compass. And there is much music, excellent voice, in this little organ, yet cannot you make it speak? 'Sblood, do you think I am easier to be played on than a pipe? Call me what instrument you will, though you can fret me, yet you cannot play upon me.

Hamlet annesinin odasına çağırılmıştır ki giderken yeni kralı dizleri üstüne çökmüş dua ederken görür. Geçici bir pişmanlık içindedir kral:

“Sözlerim uçuyor havaya, ama düşüncem yerde   
Öz olmayınca söz yükselmiyor göklere!”

My words fly up, my thoughts remain below.
Words without thoughts never to heaven go.


Hamlet onu öldürmeyi düşünür ama bu pişmanlık ve af dileme seansı sırasında ölürse cennete gideceğinden korktuğu için vazgeçer. Kumar masasında, içki aleminde veya yatağında öldürmek ister onu. Gidip annesini Claudius’a inandığı için şiddetle kınar:

Ey utanç, yüzün kızarmaz mı oldu senin?               
Ey cehennemin Tanrıya baş kaldıran şeytanı,
Bir yaşlı kadının kuru damarlarını,
Böylesine azdırıp tutuşturabiliyorsan,
Bırakalım fazilet, namus balmumuna dönsün
Coşkun gençliğin elinde, erişin ateşinde!
Kimse ayıplamasın kudurup şahlanan tutkuları,
Madem buzlar bile tutuşuyor böylesine,
Madem akıl pezevenklik ediyor arzuya.”

 O shame, where is thy blush?
Rebellious hell,
If thou canst mutine in a matron’s bones,
To flaming youth let virtue be as wax
And melt in her own fire. Proclaim no shame
When the compulsive ardor gives the charge,
Since frost itself as actively doth burn,
And reason panders will.

Hamlet annesine bağırırken annesi korkup imdat ister, bunun üzerine perde arkasında yine laf dinleyen Polonius da bağırır. Hamlet “bir fare!” diye perdenin arkasına kılıcını sallayarak onu öldürür. Babasının hayaleti yine görünür o sırada, geç kalınmış öcünün alınmasını istemektedir. Yeni kral ölünün nerede olduğunu sorduğunda yemekte olduğunu söyler. “Yediği yerde değil, kendisinin yem olduğu yerde.”  Diye alaylara devam eder. Kral halkın ona beslediği sevgiden korkarak kendi zarar veremeyeceği için İngiltere’ye yollar. Gönderdiği mektupta onu hemen öldürmelerini ister. Yolda Polonya’dan iki üç karış toprak kazanmak için Danimarka üzerinde yol alan Norveç kralı Fortinbras’ın ordularıyla karşılaşırlar. Çoğu şey gibi bu lüzumsuz savaş da Hamlet’in iç hesaplaşmasına malzeme olur:

“…Hayvanca bir unutkanlıktan mı                                 
Yoksa korkakça bir dürüstlükten mi nedir,
Fazla ölçüp biçiyorum yapacağım işleri.
Kılı kırk yaran bu duraklamanın,
Dörtte biri akıl, dörtte üçü korku (…)
Nasıl yüzüm kızarmasın görünce karşımda
On binlerce insanın yakın ölümlere gittiğini?
Bir esinti uğruna, şan olsun diye,
Mezara gidiyorlar yatağa gider gibi”

 Now, whether it be
Bestial oblivion, or some craven scruple
Of thinking too precisely on th' event—
A thought which, quartered, hath but one part wisdom
And ever three parts coward (...)
How stand I then,
That have a father killed, a mother stained,
Excitements of my reason and my blood,
And let all sleep—while, to my shame, I see
The imminent death of twenty thousand men,
That for a fantasy and trick of fame
Go to their graves like beds.

Ophelia babasının ölümünden sonra aklını yitirmiş, başından aşağı türlü çiçekler sallandırarak, türküler çağırarak gezmektedir. Laertes ise kardeşinin bu haline içi kan ağlayarak, sessiz sedasız gömülen babasını kralın öldürttüğünü düşünerek onu öldürmeye koşar. İngilizce olan kitabın önsözünde güzel bir tesbit var: Eğer Hamlet’in yerinde Laertes olsaydı ne oyun bu kadar uzardı, ne de asırlar sonra bile bu kadar çok konuşulurdu. Evet, ikisi de aynı durumda, üstelik Laertes sadece hisleriyle hareket ediyor ve intikamını almaya hazır. Fakat Claudius, sanki eski kralı öldüren kendisi değilmiş gibi, sakin davranır, kralları tanrısal güçlerin koruduğunu falan söyleyerek Laertes’i sakinleştirir. Kılıç ustası Laertes’in Hamlet’le kapışmasını kararlaştırırlar. İşi şansa bırakmamak için Laertes kılıcın ucunu zehirleyecek, kral da dövüşe ara verildiğinde Hamlet susuzluğunu gidersin diye zehir verecektir. 


Tam bu anda, kraliçe Gertrude içeri girer ve Ophelia’nın öldüğünü şöyle anlatır:

 Bir söğüt vardı şurada, ırmağın üstüne sarkmış,  
Gümüş yaprakları sularda yansıyan,
Ophelia oraya geldi garip çelenklerle (…)
Orda, çelenklerini asmak için belki
Tırmanırken söğüdün sarkan dallarına,
Kıskanç bir dal kırılıvermiş,
Ve Ophelia düşmüş bütün çiçekleriyle
Gözyaşları içine ırmağın.
Etekleri açılıp yayılmış da sulara
Bir süre kalmış ırmağın üstünde deniz kızı gibi
Başına gelenlerden habersiz,
Ya da sularda yaşamak için yaratılmış gibi,
Türkü söylüyormuş Ophelia
Bölük pörçük halk türküleri.
Ama ne kadar sürebilir bu?
Su içip ağırlaşınca etekleri
Kesip zavallıcığın güzelim tatlı sesini
Ölüm çamurlarına batırmışlar Ophelia’yı."

 There is a willow grows aslant a brook
That shows his hoar leaves in the glassy stream.
There with fantastic garlands did she come
Of crowflowers, nettles, daisies, and long purples (...)
There, on the pendant boughs her coronet weeds
Clambering to hang, an envious sliver broke,
When down her weedy trophies and herself
Fell in the weeping brook. Her clothes spread wide,
And mermaid-like a while they bore her up,
Which time she chanted snatches of old lauds
As one incapable of her own distress,
Or like a creature native and indued
Unto that element. But long it could not be
Till that her garments, heavy with their drink,
Pulled the poor wretch from her melodious lay
To muddy death.

 Bu yüzden bugünün terazilerinde tartılamıyor Shakespeare. “Neden bir insanın ölümü ilk elden böyle uzun uzun anlatılır?” diye kendime soruyorum. Tiyatro oyunu bu çünkü, beynindeki incileri başka türlü nasıl döksün? Eminim bir çok Hamlet uyarlaması sinema filminde bu bölüm kraliçeye söyletilmemiş, canlandırılmıştır. Güzel de olmuştur, ne var ki, artık başka bir şey olmuştur. Pirandello’yu biraz anlamaya başladım şimdi J


 Geliyoruz son perdeye… İki mezarcı ve Hamlet arasındaki cin fikirli diyaloglar ve babasının eski soytarısının kafatasını eline almış hala felsefe yapan ikonik Hamlet figürü ile perde açılır. Ophelia’nın cenaze töreni yapılıyordur. Laertes’in kardeşine son sevgi gösterisine dayanamaz Hamlet, ikisi birden mezara atlayıp kavga ederler. Ayırıldıkları zaman Hamlet, Horatio’ya ölümden nasıl kurtulduğunu anlatır. İngiltere’ye götürdüğü ölüm fermanını açmış ; Rosencrantz ve Guildenstern’in ölüm emri şeklinde değiştirmiştir. Konuşmalarını bir saray görevlisi keser, Laertes ile kılıç dövüşü üzerine bahse girilmiştir. Hamlet hiç oralı olmaz, kabul eder. Kavgada Hamlet kazanırken kraliçe oğlunun şerefine içmek ister, Hamlet’e hazırlanan zehirli kadehi alır. Hamlet ve Laertes zehirli kılıçla birbirlerini yaralar. Laertes ölürken kılıcın zehirli olduğunu söyleyince Hamlet kılıcı krala saplar, yetmez, zehirli kadehten de içirir.


 Benim sayabildiklerim bu kadar. Başka ölen olduysa da arada gözümden kaçtıysa bilmem. Aslında Horatio da –anlam veremediğim şekilde- zehirli kadehi alıp kafasına dikecekti ama Hamlet, gerçek hikayesini insanlara anlatabilmek için biraz daha yaşamasını istedi. Fortinbras zafer kazanmış, ülkesine dönerken manzarayı gördü ve Hamlet hakkında son sözü söyledi (Ya ben mi yanlış anladım, Hamlet de bunun babasını öldürmemiş miydi? Neyse çok karıştı işler.)

“Dört komutan taşısın Hamlet’i                                              
Bir asker şanıyla götürülsün meydan yerine.
Çünkü o tahta çıkabilseydi eğer
Büyük bir kral görürdü dünyamız.”

Bear Hamlet like a soldier to the stage,
For he was likely, had he been put on,
To have proved most royally.

 Hamlet, Shakespeare’in en fazla konuşturduğu karakteri olması yanında, bir de erken yaşta ölen oğluna da verdiği isimmiş. Önsözde de dendiği gibi eser bir gizemle başlıyor, başka bir gizemle sona eriyor. Ahlak konusunda karmaşık bir yumak koyuyor önümüze. Bana göre Hamlet de sorgulanabilir çok şey yapıyor. Belki ruhen bir “öğrenci” olduğu için okumaktan ve düşünmekten zevk alıyor, yapmaktan değil. Kendisi ile sürekli çatışıyor. Hayli ilginç olan da, psikologlar Hamlet’in psikolojisini inceleyip, Shakespeare’in neyi anlattığını teşhis etmeye çalışmışlar. Deniliyor ki, Shakespeare burada intikam görevi yanlış kişiye verildiğinde olacakları çalışmış. Öyle ki, Hamlet’in intikam almadaki ölümcül gecikişi, Claudius’u öldürmeyişi, domino etkisi yaparak Polonius, Ophelia, Rosencrantz, Guildenstern,Laertes, Gertrude, ve nihayet Hamlet’in kendisinin ölümüne sebep olmuş.

Abarttım mı? Abartan Shakespeare mi yoksa ben miyim bilemedim. Öyle bir oyun yazmış ki kendime gelemedim!


1 yorum:

  1. Başarılarınızın devamını dilerim.Benim blogumu da zaman zaman ziyaret etmek ve yorum yapmak suretiyle desteklemenizi bekliyorum. İyi çalışmalar dilerim.

    YanıtlaSil