13 Ocak 2014 Pazartesi

The Moon Is Down / Ay Battı – John Steinbeck



1963, Varlık Yayınları. Bence bu cep kitapları dizisi “less is more” un güzel bir örneği. Her ne kadar ben de zaman zaman sevdiğim bir eseri güzel ciltler içinde görünce kendimden geçsem de bu dizinin geometrik şekilli iki renkli kapakları, saman kağıdı, boyutları ve temiz çevirisiyle yeri ayrı.

Arka kapakta “Almanların son harbte Norveç’i istila edişlerini” konu aldığı söylense de, kitapta Alman veya Norveçli gibi tanımlamalar yok. Küçük bir balıkçı ve maden kasabası, yerlilerden bir casusun yardımıyla işgal ediliyor. Belediye başkanı Orden’in konağına düşman askerleri yerleşiyor. Orden ve ekürisi Dr. Winter halkın şaşkınlıktan doğan ilk sessizliğine şaşırmıyor, düşman albayı Lanser’e halkın eninde sonunda onları yeneceğini söylüyor. İlk şaşkınlığı geçen halk, silahları olmasa da düşmana kasabayı zindan ediyor. Öldürülme korkusu olmadan karlar altındaki kasabada  tek başına gezemiyor, kimseyle iki çift laf edemiyor, kasten tuzu fazla atılmamış bir tabak yemek bile yiyemiyor askerler. İçlerinden biri güzel bir benzetme yapıyor: sinek kağıdını fetheden sinekleriz biz, diyor, yapışıp kaldık buraya.

Steinbeck’in romanlarındaki karikatürize tipler hoşuma gidiyor. Sandalyeler yerinden oynatılınca rahatsız olan kahya Joseph, her daim burnundan soluyan hizmetçi Annie gibi. “İster düşman ister dost olsun, Annie zaten kapısının önünde birikenlere kaynar su dökecek huyda bir kadındı, fakat hadiselerin gidişatı onu bir kahraman kılığına sokuvermişti.” Steinbeck öyle yazıyor ki savaş gibi normalde sevmediğim bir konuya sahip bile olsa keyifle okunuyor.

Kasabalılar madende kaytarıyor, tren raylarını bozuyor. Neutragena reklamlarındaki Norveçli balıkçıların atası olan iki balıkçı kardeş de böyle suçları olduğu için İngiltere’ye kaçıyorlar. Orden ve Winter onlara bombardıman uçaklarıyla küçük bombaların kullanılmak üzere atılması için rica etmelerini söylüyor. Bir gece gökten küçük paraşütler ile kasabaya dinamitler yağıyor, ve kullanma talimatları. Kimisini asker bulup getiriyor ama kimbilir kaç sivil de bu paketlerden bulup saklıyor. Dr. Winter ve Orden  bu dinamitler kullanılırsa kurşuna dizileceklerini öğreniyor. Ama Orden, işgalci milletin Almanlar olduğu fikrini perçinliyor:

“Dakik insanlar bunlar. Vakit geldi artık. Kendilerinin bir tek önderi, bir tek kafası olduğu için bizi de öyle sanıyorlar. On kişinin kafası uçurulsa onların sonu geldi demektir, ama biz hür bir milletiz. İçimizdeki insan sayısı kadar düşünebilen kafa vardır bizde, icabında önderler mantar gibi yerden biter.”

Kitapta “Önder”, orjinalinde “the Leader” tabir olunan düşman başının aslında Führer olduğu konusunda Wikipedia benimle aynı fikirde.

Dr. Winter ve Orden konakta sessizce oturuyorlar. Orden, dışarıdan sakin görünmesine rağmen korktuğunu, düşmandan yalvararak af dilemeyi bile düşündüğünü söylüyor. Winter “ama yapmadın” diyor. Okul günlerinde Orden’in okuduğu “Sokrat’ın Savunması” akıllarına geliyor, hatırlamaya çalışıyorlar içeri giren Albay Lanser’i fark etmeden:

“Benim katilim olan sizlere şunları söylemek isterim ki, ben yanınızdan ayrıldıktan hemen sonra bana verdiğiniz cezadan çok daha fena bir akibet sizi bekliyecektir…Beni öldürüyorsunuz; çünkü sizi itham edecek, yaptıklarınızı sayıp dökecek birinden kurtulmak istiyorsunuz. Fakat umduğunuz gibi olmayacak, hakikat bambaşka tezahür edecektir… Çünkü ilerde sizi itham edenlerin sayısı şimdikinden çok daha fazla olacaktır…”

Aralıklarla patlamalar duyulmaktadır, halk dinamitleri kullanmaya başlamıştır bile. Albay Lanser bir faydası olmadığını bile bile Orden’i kurşuna dizmeleri için emir veriyor. Orden, Annie’ye hanımefendiyi yalnız bırakmamasını öğütlüyor ve Winter’a

“Kriton”, diyor “Askülepius’a bir horoz adamıştım. Unutmayıp yerine getirir misin?”

Ölümüne Sokrat gibi gitmiş olan başkanın kehanetlerinin gerçekleştiğini Steinbeck yazmaya gerek duymamışsa da biliyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder