14 Kasım 2013 Perşembe

The Woodlanders – Thomas Hardy


1964 basımı bu kitabı tam göçebe hayatı yaşadığım bir zamanda elime aldım. Büyük bölümünü otobüste okudum.

Konu Hardy olunca karşılaşacağım şey az çok belliydi. İngiltere’nin kırsalında 19. yüzyılda geçen üzünçlü bir hikaye bekliyordum, öyle de oldu. Sevimsiz ve sıkıcı bir yer olan Little Hintock’da kereste tüccarı Melbury kızı Grace’i cahil kalmasın diye şehirde bir lady okuluna gönderir. Ama kız okulu bitirip gelince beşik kertmesi Giles Winterborne’u beğenmez, kaba saba bulmaya başlar. O sırada köye gelen doktor Fitzpiers ise Grace’in köydeki diğer kızlara benzememesinden etkilenmiştir.

Roman ilerledikçe, kurguyu güzelleştiren bir çok öğe işin içine giriyor. Giles’ı seven gösterişsiz Marty, Marty’nin saçlarını peruk yapmak için satın alan güzel dul Felice Charmond, kafatasını önce incelemesi için doktora satıp sonra korkup vazgeçen Grammer Oliver (Grammer diye isim mi varmış?), Fitzpiers’ı seven Suke Damson ve bu yüzden doktoru öldürmek için geçeceği yola kapan kuran Tim Tangs… Fitzpiers-Grace ilişkisi de çok ilginçti. Keşke lüks otellerin cazibesine kapılmayıp Giles’ın elma şarabı kokan evinde yaşayabilseydin be Grace! Giles’ın mezarına çiçek götürmeye yalnız giden Marty getiriyor kitabın sonunu. “O gitti” diyor, “artık sadece benimsin”.

Cümleler:

“Thus she had beheld the pet animal purchased for her own use, in pure love of her, by one who had always been true, impressed to convey her husband away from her to the side of a new-found idol.”

“I was saying that I lost her by a mere little two months! There is no chance for me now in this world, and it makes me reckless – reckless! Unless, indeed, anything should happen to the other one. She is amiable enough, but if anything should happen to her – and I hear she is ill at this moment- well, if it should, I should be free – and my fame, my happiness, would be insured!”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder