30 Kasım 2013 Cumartesi

Zehra – Nabizade Nazım


1969’da Remzi Kitabevi’ nden çıkmış elimdeki kitap. Realist Türk romanının ilk örneğiymiş. Dili başta zorlayacak gibiydi, ama sonra ben mi alıştım ne, kolay geldi. Sürükleyici bir kitap.

Kitap Boğaziçi’nde mehtapta bir sandal sefası ile başladı ve hayal ettiğimde gerçekten orada olmak istedim. Eski İstanbul manzaraları kitapta geniş yer kaplıyor, ve her tarafta karaktersiz beton yığınları görülmeyen bu İstanbul tasviri bana ferahlık verdi.

Konuya gelince, Zehra kıskanç tabiatlı, kardeşini bile boğmaya teşebbüs etmiş bir  kızdır. Babasının yanında çalışan Suphi ile evlenir. Hatta “nikahlıların yekdiğerine görünmesi İstanbul’da adet olmadığından” düğüne kadar yine birbirlerinden uzak kalırlar. Düğünden sonra Suphi’nin annesi, bunların mutlu yaşamına çomak sokacağını düşünmeden güzel hizmetçi kız Sırrıcemal’i konağa getirir (bu romanda da bir Sırrıcemal, bir Zehra’nın dadısı Nazikter isimleriyle iz bırakanlardan oldu J) Zehra kızı kıskandığı için itip kakarken maalesef Suphi’nin ona önce acımasına, sonra gönül vermesine sebep olur.

İlginç ve kültürlü bir karakter olan Zehra, Monte Kristo kontunu defalarca okuyarak kontun düşmanlarından nasıl intikam aldığını inceler. Bir noktada karar verdim ki, romanın adı “Suphi” olsaymış da olurmuş, zavallı Zehra intikam alacağım derken adam itfaiyeci oldu, katil oldu, en son Trablusgarp’a sürüldü. İtfaiyecilik günleri ayrıntılarıyla anlatılırken, bir yangında her semtten sandıklarıyla yangına giden sandıkçılar tasvir ediliyordu. Tuhaf olan şu ki, adamlar yangın söndürmeye gidiyor, ama olur da sandıklardan biri diğerinin önüne geçerse hobaa kavgaya tutuşuyorlar. Düz ovada keklik gibi seken adamların hali başka tabi, yangına gide gele kanları kaynıyor.

Nabizade Nazım’ın Kara Bibik adlı kitabı da okunabilir, üslubu sevdim.

Kıskançlığın kitabından notlar:

“Bir hayli zamandan beri sükunet bulmuş zannolunan kıskançlığı müvellidülhumuzaya (oksijene) temas etmiş fosfor tozu gibi birdenbire kemal-i sürat ve şiddetle parlayıverdi”.

“Tiz-refsar olanın pâyına dâmen dolaştığı gibi Suphi’nin şu tehalükü de müddet-i halecanı uzatmıştı”. ( Barış Manço’nun “Aman Yavaş Aheste” şarkısında söylediği “Tiz-refsar olanın pâyına dâmen dolaşır” sözü “acele yürüyenin eteği ayağına dolaşır” demekmiş.)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder