25 Aralık 2013 Çarşamba

Ottsı i Deti / Babalar ve Oğullar – İvan Sergeyeviç Turgenyev



 Evet, kapağında “Babalar ve Çocuklar” yazıyor; evet, birebir çevirisi de o ama bu romanın adı benim için uzun yıllardır  “Babalar ve Oğullar”. Bu yüzden başlığı da o şekilde attım.

Beni “nihilist” kelimesiyle ilk tanıştıran kitaptı bu. Ne var ki kötü çeviriden bunalıp yarıda bırakmıştım. Elimdeki kitap ise 1963 yılında Remzi Kitabevi’nden ve Hasan Ali Ediz çevirisi olması nedeniyle elden bırakmak şöyle dursun, keyifle okudum.

Büyük Rus romancılarının en Avrupai olanı Turgenyev.

Nikolay Petroviç’in oğlu Arkadi, üniversiteden dönüşte köyüne Bazarov adlı arkadaşını getirir. Bazarov’un her şeyi inkar eden sıra dışı bir delikanlı olduğu hemen anlaşılır. Arkadi’nin kibar ve aşk acısı çekmiş ihtiyar bir delikanlı olan amcası Bazarov’a sataşmaya çalıştıkça beriki hiç sallamaz, cool cevaplar verir. Hem zeki, hem eğitimli ama büyükler ve soylularla konuşurken bile pervasız olması yönüyle Yevgeni (Bazarov) “karizmatik” bir karakterdir. Arkadi’de ise nedense bir ergenlik, yancılık gözlemledim; Sitnikov denilen karikatür tip kadar olmasa da bir “çekirge” edası ile ustasına tabidir çoğu zaman.

Arkadi’nin, zengin ve kafası karışık dul Odintsova ve Bazarov’un ailesinin evleri arasında yapılan yolculuklar okuyucunun gözü önüne farklı ama bazen de benzer bölümler açmaktadır. Odintsova başta iki oğlanı da büyülemişse de Arkadi onun için fazla ergen olduğunu çabuk anlar ve onun çekingen kardeşi Katya’ya yönelir. Bazarov’un Odintsova’ya olan hislerine sevgi diyebileceğime emin değilim; romantik görünmekten ölesiye korkuyordu, sonunda da zaten nihilist görünerek…

Bazarov, Nikolay Petroviç’in beraber yaşadığı Feniçka’nın da aklını çelmeye çalışıyor ama  Pavel Petroviç cengaverlik yaparak onu düelloya davet ediyor. Sahi, yazarlar romanlarda geçen her düelloya  “o sabah gökyüzü şöyleydi, kuşlar böyleydi” diye biraz sonra birinin öleceği ve bunun da onun göreceği son sabah olduğunu anlatmak istercesine bir “o sabah” tasviriyle başlamazlar mı? Neyse düellonun sonucunda yaralanan amca duruma el koyarak Nikolay’a ‘gel evlen şu kızla işler karışmadan’ diyor. Yoksa Bazarov bir loser mı? Yoksa kaybetmek umurunda mı?

Kitabın uzuuun önsözünden öğrendiğime göre bu roman uzun süre “babacılar” ve “oğulcular” arasında tartışmalara sebep olmuş. Turgenyev’in hangi gruba girdiği de belli değil zaten, belki de kitabı bu kadar güzel yapan da bu. Ben ise daha çok babaların –ve Bazarov’un annesinin- tarafını tuttum. Çok sevilesi insanlardı bence; anlayışlı, bilgili ve özenli. Toprak köleliğinin kaldırılacağı sırada topraklarını köylülere dağıttılar. Oğulları burnunun dikine giderken hiç yakınmadılar, üç senede bir kere gelse de yolunu gözlediler. Ve kitabı okuduktan sonra kapağını incelerken, öncesinde az bir görüp birlikte yürüyen bir baba ve oğul zannettiğim ikilinin aslında oğullarının mezarı başında duran Bazarov’un anne ve babası olduğunu fark ettim. Kapakta kitabın sonuna dair spoiler olabilecek bir resim kullanmalarına mı üzüleyim, yoksa algımın kitap bitmeden bu durumu seçememesine mi sevineyim.

Son bir not: Romanda benim çok hoşlandığım bir şey var. Yazar romanı bitirmeden önce tüm karakterlerin “şimdiki” halleri  hakkında bilgi veriyor. Galiba başka romanlarında da yapıyormuş bunu.

Hiçbir şeye kafasını takmayan gencin romanından:

“Nihilist hiçbir otorite önünde eğilmiyen,  ne kadar saygı değer olursa olsun hiçbir prensibe inanmayan adam demektir.”

“Hayır dostum, bütün bunlar şımarıklıktır, saçmalıktır. Hem, kadınla erkek arasındaki esrarlı münasebetler de neymiş? Biz fizyologlar, bu münasebetlerin ne olduğunu biliriz. Gözün anatomisini iyice bir incele bakalım: senin deyimince o esrarlı bakışlar filan nereden geliyor? Bütün bunlar romantizmden, saçmalıktan, kokmuşluktan, edebiyattan başka bir şey değildir. İyisi mi biz böceği görmeye gidelim.”

“Şaşırmış olan Pavel Petroviç:
-          Nasıl hiçbir şey ispat etmez, diye mırıldandı, demek ki siz halka karşı geliyorsunuz?
Bazarov:
-Böyle olsa da ne çıkar? dedi, gök gürlediği zaman halk, İlyas Peygamberin arabasiyle gökyüzünde dolaştığını söyler. Bundan ne çıkar! Ben de bunu kabul edeyim mi yani? Sonra halk Rus da ben Rus değil miyim?”

“Eskiden gençler okumak zorunda idiler. Cahil diye tanınmamak için ister istemez çalışmak zorunda idiler. Şimdi ise: Dünyada her şey saçmadır! demeleri yetiyor, bundan sonra da her kapı onlara açılıyor. Gençler tabi bu işe seviniyorlar… Gerçekten de, eskiden bunlar sadece birer cahildi, şimdi ise birer nihilist olup çıktılar.”
(Pavel Petroviç)

“ Ağabeyim, bizim haklı olduğumuzu söylüyor. Her türlü gururu bir yana bırakarak, bana da, biz onlardan gerçeğe daha çok yakınmışız gibi geliyor. Ama, öte yanan bizde olmıyan bir şeyin onlarda olduğunu, bize göre bir üstünlükleri bulunduğunu da hissediyorum. Gençlikleri mi? Hayır, yalnız gençlikleri değil… Sakın onların bu üstünlükleri, onlarda derebeylik izlerinin bizden daha az oluşundan ileri gelmesin?”
(Nikolay Petroviç)

“Mesela sen bugün bizim muhtar Filip’in evi önünden –gerçekten de beyaz, güzel bir evdir- geçerken: Yurdumuzda son köylünün evi de böyle temiz ve beyaz olduğu zaman Rusya’mız, gelişmenin son kertesine varmış olacak… Hepimiz de buna yardım etmek zorundayız, demiştin! Bense, uğrunda böylesine didinmek zorunda kaldığım ve kendisinden en küçük bir teşekkür bile duymıyacağım bu son köylüden – o ister Filip, ister Sidor olsun- nefret ediyorum. Hem onun teşekkürüne de benim ihtiyacım yok. Köylü beyaz kulübede oturacak, benim mezarımda da ısırganlar bitecek… Sonra ne olacak?”

“…güçlü olmasına, güçlüyüm, bütün gücüm henüz yerinde ama, gel gelelim ölmek lazım! Yaşlı bir insan yaşamaktan usanacak kadar vakit bulabilir… Ama bana gelince… Gel de ölümü inkar et bakalım. O seni inkar eder ve tamam!.. Orada ağlıyan kim? Annem mi?.. Zavallı kadın!.. O harikulade borşç’lariyle şimdi kimi besliyecek?.. Ya sen Vasili İvanoviç, galiba sen de ağlıyorsun?.. Elden ne gelir, Hıristiyanlık yardım etmiyorsa, filozof ol, stoik ol! Hem sen filozofluğunla övünmüyor muydun?..”

“Kendilerini oğullarına, onun anılarına daha yakın duydukları bu yerden bir türlü ayrılamazlar… Dualarının, göz yaşlarının boşa gitmesi mümkün mü?.. Kutsal bir sevginin, fedakar bir sevginin sonsuz bir gücü olmaması mümkün mü?.. Oh, hayır!.. Bir mezarda gömülü olan yürek ne kadar ihtiraslı, ne kadar günah işlemiş, ne kadar isyancı olursa olsun, üstünde biten çiçekler bize, masum gözleriyle sakin sakin bakarlar.”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder